Jürideki adamlardan biri kıs kıs güldü.
“Şahitler artık dışarı çıkabilir.”
İki polis bu tür durumlarda her zaman olduğu gibi üniforma pantolonlarını, siyah ayakkabılarını ve iğrenç ceketlerini giymişti. Martin Beck, banka müdürü, ev ekonomisi öğretmeni ve veznedar hep birlikte bekleme bölümüne geçti. Mahkeme salonunda sadece sanık, gardiyanı ve bir izleyici kaldı.
Buldozer yaklaşık iki dakika boyunca pürdikkat kâğıtlarını inceledi, sonra izleyiciye merakla baktı, Buldozer’e göre otuz beş yaşlarında bir kadındı. Önünde defteri açık şekilde bankta oturuyordu. Boyu ortalama uzunluktaydı ve pırasa gibi saçları çok uzun değildi. Soluk bir kot pantolon, rengi belirsiz bir gömlek ve bilekten kayışlı sandalet giymişti. Güneşte yanmış, taraklı ayakları vardı. Ayak parmakları düzdü. Gömleğin içinden iri meme uçları gözüküyordu ve dümdüz göğüsleri vardı. En dikkat çekici özelliği keskin burnuydu ve keskin masmavi bakışlarıyla küçük, köşeli yüzü vardı, şu anda bakışlarını salondakilere yöneltmişti. Bakışları özellikle sanık ve Buldozer Olsson üstünde uzun süre kaldı; ikincisine o kadar uzun ve delici baktı ki adam ayağa kalkıp kendine bir bardak su almak ve kadının arkasına geçmek zorunda kaldı. Kadın hemen arkasını döndüğünde onunla göz göze geldi.
Kadın cinsel olarak Buldozer’in tipi değildi, tabii eğer bir tipi varsa ama bu kadının kim olduğunu çok merak ediyordu. Arkadan incelendiğinde kadının sıkı fiziği olduğunu, biraz bile tombul olmadığını gözlemledi.
Bekleme alanında dikilen Martin Beck’e sorsaydı bir şeyler öğrenebilirdi. Örneğin, kadının otuz beş değil otuz dokuz yaşında olduğunu, kayda değer bir sosyoloji alt yapısı olduğunu ve şu anda sosyal hizmetler bünyesinde çalıştığını söyleyebilirdi. Martin Beck aslında onun hakkında çok şey biliyordu fakat çok azını açıklamak isterdi, zira çoğu ona özeldi. Kadının adını sorsalardı adının Rhea Nielsen olduğunu söylerdi.
Belirtilenden yirmi iki dakika sonra kapılar ardına kadar açıldığında Borazan belirdi. Bir elinde dumanı tüten bir puro, diğerinde evraklarını taşıyordu. Soğukkanlı bir şekilde belgeleri inceledi ve hâkim üç kere manalı manalı boğazını temizlemek zorunda kaldıktan sonra dalgın dalgın purosunu mahkeme salonu görevlisine uzatıp dışarı çıkarttırdı.
“Bay Braxén şimdi geldi,” dedi hâkim iğneleyici bir sesle. “Duruşmaya başlamadan başka itirazı olan var mı?”
Buldozer hayır anlamında başını sallayıp şöyle dedi, “Hayır, kesinlikle hayır. Benim için yok.”
Braxén ayağa kalkıp tam ortaya yürüdü. İçerideki herkesten yaşça daha büyüktü, göz dolduran, göbekli, otoriter bir adamdı. Aynı zamanda oldukça zevksiz ve modası geçmiş bir şekilde giyinmişti ve titiz olmayan bir kedi için, yeleğindeki yemek lekelerinden bir öğün çıkardı. Uzun bir sessizliğin ardından, o arada Buldozer’e tuhaf bakışlarını dikip şöyle dedi; “Bu küçük kızın şu an burada olmaması gerektiği gerçeği dışında benim de adli bir itirazım yok. Gerçeklere dayanarak konuşuyorum.”
“Şimdi iddia makamı başlayabilir mi lütfen,” dedi hâkim.
Buldozer sandalyesinden fırladı, başı öne eğik, evraklarını serdiği masanın etrafından dolaşmaya başladı.
“Rebecka Lind’in bu yıl 22 Mayıs Çarşamba, PK Bank’ın Midsommarkransen şubesinde yaptığı silahlı soygundan ve ardından onu gözaltına almaya gelen polislere direnip bir yetkiliye saldırmaktan suçlu olduğunu iddia ediyorum.”
“Sanık ne diyor?”
“Sanık suçlu olmadığını söylüyor,” dedi Braxén. “Dolayısıyla tüm bu… boş ve saçma lafları inkâr etmek benim görevim.”
Tekrar Buldozer’e dönüp hüzünlü bir sesle ekledi: “Masum insanları suçlamak nasıl bir duygu? Rebecka, tarladaki havuçlar kadar suçsuzdur.”
Herkes bu orijinal benzetmeyi hayal etmeye başladı. Sonunda hâkim, “Buna mahkeme karar verecek, değil mi?” dedi.
“Maalesef,” dedi Borazan.
“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu hâkim, keskin bir şekilde. “Artık Bay Olsson sunumunu yapabilir mi lütfen?”
Buldozer izleyiciye baktı, ki o da Braxén’e kısa bir bakış attıktan sonra, bakışlarına doğrudan karşılık verdi, ardından gözleri hâkime, yardımcı hâkime, jüriye ve son olarak sanığa döndü. Rebecka Lind uzaklara dalmış gibiydi, bu manyak bürokratlardan ve olası tüm iyi ve kötülüklerden uzaktaydı.
Buldozer ellerini arkasında kenetleyip volta atmaya başladı. “Evet, Rebecka,” dedi arkadaşça bir tavırla, “senin başına gelenler maalesef bugünlerde birçok gencin başına geliyor. Sana yardımcı olmaya çalışacağız… Sanırım sana adınla hitap edebilirim?”
Kız bu soruyu duymamış gibiydi, tabii bu bir soruysa.
“İnceleme ve soruşturma gerektirmeyen bir dava bu. Mahkemeye sevkinden de açıkça görüldüğü gibi…” Braxén düşüncelere dalmış gibiydi ama şimdi birden iç cebinden bir puro çıkardı, Buldozer’in göğsünü işaret edip bağırdı, “İtiraz ediyorum! Mahkemeye sevk edilirken ne ben ne de başka bir avukat oradaydık. Bu kız, yani Camilla Lund, avukat hakkı olduğu konusunda bilgilendirilmiş miydi?”
“Rebecka Lund,” dedi yardımcı hâkim.
“Evet, evet,” dedi Borazan sabırsızca. “Bu da tutuklanmasını yasa dışı kılar.”
“Hiç de değil,” dedi Buldozer. “Rebecka’ya soruldu, cevabı fark etmez oldu. Fark etmezdi de. Birazdan göstereceğim gibi, dosya gün gibi aşikâr.”
“Daha bu sevkin kendisi yasalara aykırı,” dedi Borazan sonuca bağlayarak. “İtirazımın kayıtlara geçmesini talep ediyorum.”
“Evet, Rebecka,” diye devam etti Buldozer, en temel özelliklerinden biri olan çekici tebessümüyle. “Şimdi açıkça ve dürüstçe, olayları yani 22 Mayıs günü sana ne olduğunu ve tüm bunların sebebini netleştirmeye çalışalım. Bir banka soydun, çaresizlik ve düşüncesizlikle yaptın, arkasından bir polise saldırdın.”
“İddia makamının kelime seçimlerine itiraz ediyorum,” dedi Borazan. “İddia makamının hem şahsıma, hem de bu kıza karşı tavırlarına itiraz ediyorum.”
Buldozer ilk kez sinmiş gibi göründü. Fakat çok geçmeden kendini toparladı ve her zamanki formuna kavuşarak, el kol hareketleriyle ve gülümseyerek, her ne kadar Braxén kırk iki kere daha lafını kesse ve sık sık anlaşılamaz itirazlarda bulunsa da davasına sonuna kadar devam etti.
Kısaca olay şöyleydi: Mayıs ayının 22’sinde saat ikiyi biraz geçe Rebecka Lind, PK Bank’ın Midsommarkransen şubesine girip veznedarlardan birine doğru gitmişti. Omzunda büyük bir çanta taşıyordu ve çantayı bankoya koymuştu. Sonra para istemişti. Veznedar, kızın üstünde büyük bir bıçak olduğunu fark etmişti ve torbaya toplamda beş bin İsveç kronu doldurmadan önce, ayağıyla polis düğmesine basmıştı. Rebecka Lind’in ganimetleriyle bankadan ayrılmasına fırsat kalmadan ilk devriye polisi olay yerine intikal etmişti. Silahını çekmiş iki polis memuru bankaya girmiş ve soyguncunun silahını ele geçirmişti, bu esnada büyük bir kargaşa çıkmış ve o arbedede paralar yere saçılmıştı. Polis, soyguncuyu