Kapıyı ardına kadar açtığında çok geç olduğunu hemen anladı. Koridorda sağ taraftaki kapı menteşelerinden çıkmıştı ve merdivenlerin önünü kapatıyordu. Muazzam bir odun kütüğü gibi alevler içindeydi ve yangın ahşap merdivenlere yayılmaya başlamıştı. Yoğun bir sıcaklık dalgası üstüne esince Gunvald Larsson sendeledi, yanmış ve gözleri kamaşmıştı. Dış merdivenlere doğru geriledi. Evin içinden insanların çaresiz çığlıkları, acı ve dehşet içindeki sesleri yükseliyordu. Gunvald Larsson’un bildiği kadarıyla içeride en az on bir kişi vardı. Bu ölüm tuzağının içinde çaresizce esir kalmışlardı. Tahminen içlerinden birkaçı ölmüştü. Alevler bir meşaleden yükseliyormuş gibi birinci katın penceresinden yukarıya doğru ulaşmaya çalışıyordu.
Gunvald Larsson hızla etrafına bakıp bir merdiven ya da işe yarar başka bir malzeme aradı. Görünürde hiçbir şey yoktu.
İkinci katta bir pencere açılmıştı ve dumanlarla alevlerin arasında bir kadının, ya da belki bir kızın, tiz seslerle histerik çığlıklar attığı duyuluyordu. Gunvald Larsson ellerini ağzının iki yanına koyup, “Atla! Sağ tarafa atla!” diye seslendi.
Kız şimdi pencerenin pervazındaydı ama tereddüt ediyordu.
“Atla! Hemen! Mümkün olduğunca uzağa atla! Tutarım seni.”
Kız atladı. Havada uçup doğruca Gunvald Larsson’un üstüne düştü ve Gunvald düşen bedeni sağ koluyla kızın bacak arasından ve sol koluyla omuzlarından tuttu. Kız pek ağır değildi, kırk beş elli kilo civarıydı. Gunvald Larsson onu ustalıkla tuttu, kız yere bile değmedi. Kızı tuttuğu anda sağa döndü ve böylece onu gümbür gümbür yangından korudu, üç adım atıp kızı yere bıraktı. Kız on yedisinde ya vardı ya yoktu. Çıplaktı ve bütün vücudu titreyerek çığlıklar ata ata başını sağa sola sallıyordu. Bunun dışında bir yerine bir şey olmamıştı.
Gunvald Larsson tekrar dönüp baktığında pencerede birisi daha vardı, bir çeşit çarşafa sarınmış bir adam. Yangın iyice şiddetini artırmıştı, dumanlar çatıdan yükseliyordu ve sağ taraftaki alevler fayansların arasından çıkıyordu. Eğer o adı batasıca itfaiye arabası bir an evvel gelmezse, diye düşündü Gunvald Larsson, yangına elinden geldiğince yaklaşarak. Yanan ahşaplar çatlıyor, çatırdıyordu ve acımasızca yanan kıvılcımlar suratına, koyun postu paltosuna yağmur gibi yağıyor, değdikleri yeri minicik yakıyor ve pahalı malzemenin üstünde sönüyordu. Gunvald Larsson avazı çıktığı kadar bağırdı, yangının üstünden sesini duyurmaya çalıştı.
“Atla! Elinden geldiğince uzağa atla! Sağ tarafa!” Aynı saniye adam atladı ve yangın, sarındığı çarşafı yakaladı. Adam düşerken kulak tırmalayan bir çığlık atarak yanan çarşafı üstünden sıyırmaya çalıştı. Bu kez iniş pek başarılı değildi. Adam yana döndü, sol koluyla Gunvald Larsson’un omzuna çarptı ve kendi omzunun üstüne, eğri büğrü parke taşlarına küt diye düştü. Gunvald Larsson tam son anda kocaman sol elini adamın kafasının altına sokmayı başardı, böylece adamın kafatasının kırılmasını önledi. Adamı yere yatırdı, yanan çarşafı sıyırıp attı, aynı zamanda kendi eldivenini de düzeltilemeyecek biçimde yakmış oldu. Adam da çıplaktı, sadece parmağında altın bir alyans vardı. Adam berbat bir şekilde inliyor, arada sırada şapşal bir şempanzeye benzeyen ilkel sesler çıkarıyordu. Gunvald Larsson adamı birkaç metre öteye yuvarladı ve yukarıdan düşen, yanan kerestelerden uzakta, karların arasında uzanır hâlde bıraktı. Arkasını döndüğünde siyah sütyenli üçüncü bir kişi alevler içindeki daireden sağ tarafa doğru atladı. Kızıl saçları alev almıştı ve duvara fazla yakın indi.
Yanan tahtaların arasından Gunvald Larsson aceleyle koşup kadını birinci derece tehlike bölgesinden uzağa çekti, saçlarındaki alevi karla söndürüp onu yerde uzanır hâlde bıraktı. Kadının feci şekilde yandığını ve bu acıyla bir yılan gibi kıvranıp feryat figan bağırdığını görebiliyordu. Aynı zamanda kadın çok kötü düşmüştü, bir bacağı vücuduna doğal olmayan bir açıyla uzanıyordu. Diğer kızdan biraz daha büyüktü, belki yirmi beş civarıydı ve kızıl saçlıydı, bacak arası da öyleydi. Karnının derisi hasar almamıştı, sadece beyaz ve gevşek duruyordu. Yüzü, bacakları ve sırtı bayağı yanmıştı, aynı zamanda sütyeni yanıp derisine yapıştığından göğsü de feci durumdaydı.
Gunvald Larsson gözlerini son kez kaldırdığında bir meşale gibi yanan hayaletimsi bir figür gördü, zavallıca bir dönüş hareketiyle gözden kayboldu, kolları başının üstündeydi. Gunvald Larsson bu kişinin, partideki dördüncü kişi olduğunu anladı. Ancak artık ona yardım edemeyecek kadar uzaktaydı.
Tavan arası da şu anda alevler içindeydi, aynı zamanda çatı kiremitlerinin altındaki kirişler de. Yoğun duman yükseliyor, yanan ahşap çatırdıyordu. En sol taraftaki pencereler sonuna kadar açıktı ve birisi imdat diye bağırıyordu. Gunvald Larsson o tarafa koşunca pervazdan aşağı sarkan, beyaz sabahlıklı bir kadın gördü, göğsüne bir kundak bastırmıştı. Bir çocuktu bu. Açık pencereden duman çıkıyordu ancak anlaşılan dairenin içi henüz yanmıyordu, en azından kadının bulunduğu oda alevler içinde değildi.
“İmdat!” diye bağırdı kadın çaresizce.
Yangın evin bu kısmında o kadar hiddetlenmediğinden Gunvald Larsson pencerenin altında, hemen hemen tam altında durabildi.
“Çocuğu aşağı at,” diye seslendi.
Kadın anında çocuğu sallayıverdi, hiç tereddüt etmemişti, öyle ki Gunvald Larsson şaşırdı. Kundağın dümdüz ona doğru düştüğünü gördü ve habersiz gelen bir pası karşılayan bir kaleci edasıyla son saniye kollarını uzatıp tutuverdi. Çocuk çok küçüktü. Biraz inledi ama ağlamadı. Gunvald Larsson birkaç saniye kucağında çocukla sessizce kaldı. Çocuklarla ilgili hiçbir deneyimi yoktu ve daha önce bir çocuğu kucağında tutmuş da değildi. Bir an için çok mu hoyrat davrandım, çocuğu ezdim mi diye merak etti. Sonra uzaklaşıp kundağı yere koydu. Eğilip kalkarken ayak sesleri duydu, kafasını kaldırıp baktı. Zachrisson nefes nefese ve kıpkırmızı bir yüzle ona doğru koşuyordu.
“Ne?” dedi. “Nasıl…?”
Gunvald Larsson ona uzun uzun bakıp şöyle dedi:
“İtfaiye nerede?”
“Burada olmalı… Yani… Ben yangını Rosenlunds Caddesi’nden gördüm… hemen koşup telefon ettim…”
“O zaman geri koş, Tanrı aşkına ve itfaiyeyle ambulansı buraya getir…”
Zachrisson arkasını dönüp koştu.
“Ve polisi de!” diye bağırdı Gunvald Larsson arkasından. Zachrisson’un şapkası düştü, adam durup şapkasını yerden aldı.
“Geri zekâlı!” diye bağırdı Gunvald Larsson.
Sonra eve koştu. Sağ taraf tümüyle bir cehenneme dönmüştü ve tavan arasındaki kat sanki yanıyordu. Pencereden, öncekinden de çok duman çıkıyordu, sabahlıklı kadın şimdi elinde başka bir çocukla dikiliyordu, üstünde mavi çiçekli pijama olan, sarı kafalı beş yaşlarında bir çocuktu bu. Kadın çocuğu tıpkı bir önceki gibi hızla ve beklenmedik şekilde aşağı salladı ancak Larsson bu kez daha hazırlıklıydı ve oğlanı güvenle tuttu. Garip bir şekilde, çocuk hiç korkmuşa benzemiyordu.
“Adın ne?” diye bağırdı.
“Larsson.”
“İtfaiyeci misin?”
“Tanrı