“Yani sadece bir kişi olsa, birisinin tepki göstermeye fırsatı olurdu mu diyorsun? Hımm, olabilir. Ama herif onları bir güzel biçmiş. Bayağı hızlı olmuştur, hatta belki hepsi uyuklarken yakalanmıştır…”
“Listeye devam edelim mi? Bir silah mı vardı, iki mi, en kısa zamanda öğreneceğiz.”
“Tabii,” dedi Martin Beck. “Devam et, Einar.”
“Yedi numaralı adam Johan Källström adında bir ustabaşı. Kimliği tespit edilememiş adamın yanında oturuyormuş. Elli iki yaşındaymış, evliymiş ve Karlebrgsvägen 89 numarada oturuyormuş. Karısına göre, Sibylle Caddesi’ndeki atölyesinden dönüyormuş, fazla çalışmış. Onunla ilgili pek özel bir ayrıntı yok.”
“İşten dönerken midesinin kurşunla dolması hariç,” dedi Gunvald Larsson.
“Orta kapının tam önündeki cam kenarında Gösta Assarsson oturuyormuş, sekiz numara. Kırk iki yaşında. Kafasının yarısı dağılmış. Tegnér Caddesi 40 numarada yaşıyormuş, ofisi ve iş yeri de orasıymış, erkek kardeşiyle birlikte işlettiği bir ithalat ihracat firması varmış. Karısı neden otobüste olduğunu bilmiyor. Ona göre, Narvavägen’de bir kulüp toplantısında olmalıymış.”
“Aha,” dedi Gunvald Larsson. “Alem yapmaya çıkmış.”
“Evet, böyle bir şey söylenebilir. Evrak çantasında bir şişe viski bulunmuş. Johnnie Walker, Black Label.”
“Aha,” dedi damak zevkine düşkün Kollberg.
“Ayrıca bol miktarda prezervatif taşıyormuş,” dedi Rönn. “İç cebinde yedi tane varmış. Çek defteri ve nakit 800 kron da yanındaymış.”
“Neden yedi?” diye sordu Gunvald Larsson.
Kapı açıldı ve Ek kafasını içeri uzattı.
“Hammar on beş dakika içinde hepinizi odasına beklediğini söyledi. Brifing. On bire çeyrek kala yani.” Gözden kayboldu.
“Tamam, devam edelim,” dedi Martin Beck. “Nerede kalmıştık?”
“Yedi kılıfla gezen adamda,” dedi Gunvald Larsson.
Martin Beck, “Adam hakkında söylenecek daha fazla bir şey var mı?” diye sordu.
Rönn karalama yazısıyla dolu kâğıt parçasına baktı. “Sanmıyorum.”
“Devam et o zaman,” dedi Martin Beck, Gunvald Larsson’un masasına oturarak.
“Assarsson’dan iki koltuk önde dokuz numara oturuyormuş, Bayan Hildur Johansson, altmış sekiz yaşında, dul, Norra Stations Caddesi 119 numarada yaşıyormuş. Omzundan ve boynundan vurulmuş. Västmanna Caddesi’nde oturan evli bir kızı var. Kızının çocuklarına baktıktan sonra kendi evine dönüyormuş.”
Rönn sayfayı katlayıp ceketinin cebine koydu.
“Hepsi bu,” dedi.
Gunvald Larsson iç geçirdi, fotoğrafları ayrı ayrı dokuz deste hâline getirdi.
Melander piposunu bıraktı, bir şeyler mırıldanıp tuvalete gitti.
Kollberg sandalyesini yana yatırıp konuşmaya başladı: “Peki tüm bunlardan ne öğrendik? Sıradan bir akşamda, sıradan bir otobüste, gayet sıradan dokuz kişi görünüşe göre hiçbir sebep olmaksızın bir taramalı tabancayla biçiliyor. Kimliği tespit edilemeyen bu adam dışında, bu insanlarla ilgili hiçbir tuhaflık göremiyorum.”
“Evet, sadece bir,” dedi Martin Beck. “Stenström. O otobüste ne arıyordu?”
Kimse cevap vermedi.
Bir saat sonra, Hammar aynı soruyu bu kez Martin Beck’e yöneltiyordu.
Hammar bundan böyle otobüs cinayeti üstünde çalışacak özel soruşturma grubunu odasına çağırmıştı. Ekipte deneyimli on yedi cinayet masası polisi yer alıyordu, Ham-mar başlarındaydı. Martin Beck ve Kollberg de ayrıca soruşturmayı yürütüyordu.
Ellerindeki tüm veriler incelendi, durum analiz edildi ve görev dağılımı yapıldı. Brifing sona erince, Martin Beck ve Kollberg haricinde herkes odayı terk edince Hammar, “Stenström’ün o otobüste ne işi vardı?” dedi.
Martin Beck, “Bilmiyorum,” diye cevap verdi.
“Son zamanlarda ne üstünde çalıştığını bilen de yok gibi. Sizden biri biliyor muydu?”
Kollberg ellerini havaya kaldırıp omuz silkti.
“En ufak bir fikrim yok. Günlük rutin harici yani. Tahminen diyebilirim ki üzerinde çalıştığı bir şey yoktu.”
“Son haftalar pek olaylı değildi,” dedi Martin Beck. “O yüzden bayağı bir boş vakti vardı. Daha önce de oldukça fazla mesai yaptığı için hakkı vardı.”
Hammar parmaklarını masanın kenarına vurdu ve düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı. Sonra şöyle dedi, “Nişanlısına kim haber verdi?”
“Melander,” dedi Kollberg.
“Bence birisi en kısa zamanda onunla konuşmalı,” dedi Hammar. “Neyin peşinde olduğunu muhakkak biliyordur.”
Durdu, sonra ekledi, “Tabii eğer…”
Sessiz kaldı.
“Ne?” diye sordu Martin Beck.
“O otobüsteki hemşireyle takılmıyorsa demek istiyorsun,” dedi Kollberg.
Hammar konuşmadı.
“Ya da ona benzer başka bir iş üstünde değilse,” dedi Kollberg.
Hammar başıyla onayladı.
“Öğrenin,” dedi.
10
Kungsholms Caddesi’ndeki emniyetin dışında kesinlikle başka yerde olmayı dileyen iki kişi dikiliyordu. Başlarında polis kepi, üstlerinde pırıltılı düğmeli deri polis ceketi, göğüslerinden çapraz geçen omuz kemerleri ve tabancaları, bellerinde coplarıyla duruyorlardı. Bunlar Kristiansson ve Kvant’tı.
İyi giyimli yaşlıca bir kadın yanlarına yaklaşıp, “Affedersiniz, Hjärne Caddesi’ne nasıl gidebilirim acaba?” diye sordu.
“Bilmiyorum, hanımefendi,” dedi Kvant. “Bir polise sorun. Orada biri duruyor.”
Kadın ağzı açık kalarak baktı.
Kristiansson çabucak, “Biz de buranın yabancısıyız,” diye araya girdi.
Kadın merdivenleri çıkarken hâlâ onlara tuhaf tuhaf bakıyordu.
“Bizi ne için çağırdılar dersin?” diye sordu Kristiansson kaygıyla.
“Bilgi almak için elbette,” diye cevapladı Kvant. “İlk biz gördük, değil mi?”
“Evet,” dedi Kristiansson. “Biz ama…”
“Aması maması yok, Kalle. Doğruca asansöre.”
Üçüncü katta Kollberg ile buluştular. Kollberg dalgın dalgın ve kasvetle onlara baş selamı verdi. Sonra bir kapıyı açıp, “Gunvald, Solna’lı ikili burada,” dedi.
“Beklemelerini söyle,” dedi ofisin içinden bir ses.
“Bekleyin,” dedi Kollberg ve gözden kayboldu.
Yirmi dakika bekledikten sonra Kvant silkelenip konuştu, “Peki ne oluyor şimdi? Mesaimiz bitti ve Siv’e çocuklara bakacağıma söz verdim, doktora gidecekti,” dedi.
“Söylemiştin,” diye onu başından savdı Kristiansson.
“Şeyinde