Caitlin artık o kadar da emin değildi. Fakat uçtukça Caleb’e en azından bir şansı, kendini açıklaması için verile- cek bir şansı borçlu olduğunu fark etti.
Evet, bu şansı ona verecekti. Sonra da bir karara varacaktı.
Caleb deliye dönmüştü. Bir kez daha gittiği her yere fe- laket götüren Sera hayatının içine dalmıştı. Binlerce yıl bo- yunca kaç kez ondan uzak durmasını istediğini, kaç kez ona karşı bir şeyler hissetmediğini, onu hayatında istemediğini açık açık söylediğini hatırlamıyordu bile. Fakat sayısız kez, hepsi de en ters zamanlarda olacak şekilde, tekrardan ortaya çıkmayı beceriyordu. Sanki ne zaman yeni birisiyle beraber olduğunu, ne zaman gerçekten umursadığı birinin yanında olduğunu biliyor gibiydi. Her zaman da en ters zamanda çıkageliyordu. O hayatında karşılaştığı en bölgeci ve mülki- yetçi varlıktı. Caleb’in binlerce yıllık hayatı boyunca başına musallat olmuştu.
Bu sefer bunu kabul edemezdi. Buna izin veremezdi. Onun ilişkilerini fazlaca baltalamıştı zaten, bu seferkiyse bardağı taşıran son damlaydı. Caitlin’i şimdiye kadar birlik- te olduğu -gerek vampir gerek insan- herkesten daha fazla umursuyordu. Sera bunu sezmiş olmalıydı. Onu saklandığı delikten çıkaran, onun peşinden gitmeye sürükleyen şey bu olmalıydı.
Bir mazereti vardı, her zaman bir mazereti olmuştu. Onun sorunu da buydu işte: Onu hiçbir zaman yüzde yüz suçlayamazdınız çünkü her zaman acil bir mesajla çıkagelir ve bunun bir meşruluğu olurdu. Bu sefer, tabii ki, meclisleri saldırıya uğramak üzereydi. Dediğine göre Kyle elinde kı-lıçla New York City’e geri dönmüştü ve topyekün bir vam- pir savaşının çıkmasına sayılı günler vardı. Meclisinden bir mesaj getirmişti: Onu geri istiyorlardı. Önceki kural ihlal- lerini affetmeye hazırdılar. Bu savaş zamanında ellerindeki tüm askerlere ihtiyaçları vardı ve Caleb ellerindekilerin en iyilerindendi.
Bu haberler yüzünden Sera’ya canının istediği gibi kıza- mıyordu ki bu da durumu daha da çileden çıkartıcı hale ge- tiriyordu. Ancak onun hayatına tekrardan sızmak için ma- zeret olarak tam da böyle bir durumu beklemiş olduğundan kuşkulanıyordu. Getirdiği haberler bir tarafa Caitlin’e hiçbir şekilde tekrardan birlikte oldukları görüntüsünü vermeye hakkı yoktu.
Kıpkırmızı bir suratla hâlâ kalenin terasında durmakta olan Sera’nın üzerine yürüdü.
“Sera!” diye çıkıştı hışımla. “Neden böyle dedin? Neden o kelimeleri kullandın? Biz diye bir şey yok! Ve çok iyi bildiğin gibi ona söylemediğim hiçbir şey yok. Buraya meclisimizden bir mesaj iletmek için geldin. Hepsi bu. Gelgelelim sanki ben saklanıyormuşum da senle ben hâlâ berabermişiz gö- rüntüsü verdin.”
Sera onun öfkesinden dolayı tırsmış değildi. Hatta bu ho- şuna gitmiş gibi duruyordu. Onun tepesinin tasını attırmayı başarmıştı ve görünen o ki istediği şey de tam olarak buydu.
Yavaşça gülümsedi, ona doğru bir adım attı ve elini kal- dırıp omzuna koydu.
“İyi de değil miyiz ki?” dedi baştan çıkartıcı bir şekilde. “İçten içe sen de biliyorsun ki aslında öyleyiz. Seni üzen şey de tam olarak bu. Eğer benim için bir şeyler hissetmiyor olsaydın, hiçbir türlüsü umurunda olmazdı.”
Caleb omzundaki elini itti.
“Bunun saçmalık olduğunu biliyorsun. Yüzlerce yıl- dır beraber değiliz. Ve bir daha asla birlikte olmayacağız. Bunu kaç kere daha söyleyebilirim bilmiyorum” dedi öfke- den çıldırmış bir halde. “Hayatımdan uzak durman lazım. Benden uzak durman lazım; hepsinden çok, Caitlin’den uzak durman lazım. Ondan uzak durman konusunda seni uyarıyorum.”
Sera’nın yüzü bir anda öfkeli bir ifadeye büründü.
“Şu zavallı kız” diye çıkıştı. “Sırf artık bizden biri diye benim üstüme çıkamaz. Benim yanımda hiçbir kıymeti yok. Ona nasıl baktığını bile anlayabilmiş değilim. Meclisimizin sana onu dönüştürdüğün için hiç ceza vermemiş olmama- sından bahsetmiyorum bile” dedi Sera karanlık gözleriyle Caleb’e bakarak.
Caleb bunun anlamını biliyordu. Bu bir tehditti. Onu ihlal ettiği yasa konusunda uyarıyordu. Bunun için feci şe- kilde cezalandırılabilirdi ve Sera da şimdi bunu diğerlerine haber verme tehdidini savuruyordu.
“Tehditlerinden yılacak değilim” dedi Caleb korkusuzca. “İstediğin kişiye istediğini söyleyebilirsin. Benim için uygun gördükleri şeye gözüm kapalı gideceğim.”
“Beni bezdiriyorsun” diye çıkıştı Sera. “Bak buradayız, savaşta! Tüm meclisimiz, tüm ailemiz risk altında. Sense ne yapıyorsun? Burada, bir adanın üstünde, zavallı küçük bir kızın iyileşmesini bekliyorsun. Evine dönmüş, kendi halkını savunuyor olmalısın oysa! Tıpkı gerçek erkeklerin yapacağı gibi…”
“Meclisim beni kovdu” diye cevabı yapıştırdı Caleb. “Yüz- lerce yıllık sadık hizmetimin ardından hem de. Onlara hiç- bir borcum yok. Şu an neyi hak ediyorlarsa onu alıyorlar.”
Caleb nefesini bıraktı.
“Yine de onları umursuyorum; içinde bulunduğumuz va- ziyet buyken onları yüzüstü bırakacak değilim. Sana söyle- dim, doğru zaman geldiğinde döneceğim.”
“O iyileştiğinde döneceğini söylemiştin. Açıkça görülü- yor ki iyileşti. Artık mazeretin kalmadı. Hemen şimdi dön- melisin!”
“Verdiğim sözü tutacağım, her zaman yaptığım gibi. Fa- kat şu noktanın çok açık olmasını istiyorum: Sadece mecli- simizi, katledilecek insanları kurtarmak ve kılıcı geri almaya yardımcı olmak için döneceğim. Bunun başka bir nedenden ötürü olduğu sanrısına kapılma. Görevim bittiği an tekrar- dan ayrılacağım ki bu sefer yüzümü son kez görmüş ola- caksın. Yeniden birlikte olduğumuza dair hayallere kapılma. Çünkü değiliz.”
“Ah Caleb” dedi Sera ufak şeytani bir gülümsemeyle. “Canının istediğine inanabilirsin fakat içten içe biliyorsun ki sen ve ben hep birlikte olduk ve hep birlikte olacağız. Bu- nunla ne kadar savaşırsan bana o kadar yakınlaşırsın. Beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Bunu hissedebiliyorum, her gün hem de.”
“Hayallerde yaşıyorsun” dedi Caleb. “Gün geçtikçe de kötüleşiyorsun.”
Sera’nın gülümsemesi büyüdü. “Doğru” dedi. “Kendine böyle söyle. Hislerinle savaş. İkimizin de hâlihazırda bildiği şeyle savaş.”
Sera aniden ona doğru kocaman iki adım attı, ellerini boğazına yapıştırdı ve tek bir hızlı hareketle onu kendine çekti.
Caleb’in tepki vermesine kalmadan dudaklarını onun- kilerin üzerine yerleştirmiş, onu boğarcasına öpmeye başla- mıştı.
Caleb iğrenerek geri çekildi. Ellerini uzatıp onu itti. Tam bunu yaptığı sırada göz ucuyla ötelerinde duran balkon du- varına birinin indiğini gördü.
Bu Caitlin’di.
Caitlin adaya yaklaşmaktayken içinde tekrardan umudun yeşerdiğini hissetti. Kafası artık berraktı. Caleb, hatırladığı- na göre yanlış bir şey yapmamıştı. Aptalca davranan oydu. Ona açıklaması için bir şans vermesi gerekirdi. Tek bildiği, Sera’nın davetsizce çıkageldiği ve aralarında kesinlikle bir şey olmadığıydı. Neden bu kadar sert davranmıştı ki?
Aşağı dalarken ada görüş açısına girdi; altındaki büyük taş kaleyi, fener ışığında aşağıda