Her Yol Mübah . Джек Марс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Джек Марс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: bir Luke Stone Gerilim Romanı
Жанр произведения: Современные детективы
Год издания: 0
isbn: 9781632916419
Скачать книгу
geçirdi. Silah kutusunu kapattı ve dolabın üst tarafındaki yerine yerleştirdi.

      “Ya Gunner kutuyu bulsaydı?”

      “Kutu onun göremeyeceği ve erişemeyeceği kadar yüksekte. Onu oradan indirebilse bile dijital bir kilidi var. Şifresini sadece ben biliyorum.”

      İki gün yetecek kadar yedek kıyafetle dolu bir bez çanta askıda asılıydı. Onu aldı. Seyahat boy banyo malzemeleri, okuma gözlükleri, enerji barları, ve yarım düzine Dexedrine haplarıyla dolu küçük bir kamp çantası raflardan birinde duruyordu. Onu da aldı.

      “Her zaman hazırsın, değil mi Luke? Silahlarla dolu kutun, kıyafetlerle dolu çantan ve ilaçların, anında gitmeye hazırsın, ülken sana ne zaman ihtiyaç duyuyorsa. Değil mi?”

      Derin bir nefes aldı.

      “Ne dememi istediğini bilmiyorum”

      “Neden şöyle demiyorsun: Gitmemeye karar verdim. Karım ve oğlumun işten daha önemli olduğuna karar verdim. Oğlumun bir babası olsun istiyorum. Karımın artık daha fazla hayatta mıyım yoksa ölü müyüm, acaba hiç geri dönecek miyim diye düşünerek gecelerce uyanık kalmasını istemiyorum. Bunu yapabilir misin lütfen?”

      Böyle zamanlarda aralarındaki büyüyen uçurumu hissediyor, neredeyse görebiliyordu. Becca, muazzam bir çöldeki, ufka doğru giderek küçülen, ufacık bir figür gibiydi. Onu, kendine geri getirmek istedi. Bunu umutsuzca istedi, ama çıkar bir yol göremedi. Görev çağırıyordu.

      “Babam yine mi gidiyor?”

      İkisi de kızardı. Gunner odasına doğru giden merdivenin üçüncü ve en yüksek basamağında duruyordu. Bir saniyeliğine, Luke’un nefesi boğazına düğümlendi. Winnie the Pooh kitaplarındaki Christopher Robin gibi gözüküyordu. Altın sarısı saçları tutam tutam olmuştu. Sarı aylar ve yıldızlarla bezeli mavi pijama altı giyiyordu. Üstünde bir Walking-Dead tişörtü vardı.

      “Gel buraya, canavar.”

      Luke çantasını yere bıraktı, eğildi, ve oğlunu kaldırdı. Çocuk onun boynuna sarıldı.

      “Canavar sensin baba. Ben değil.”

      “Tamam. Canavar benim.”

      “Nereye gidiyorsun?”

      “İşe gitmem gerekiyor. Belki bir, belki iki gün. Ama elimden geldiğince erken geleceğim.”

      “Annem söylediği gibi senden ayrılacak mı?”

      Luke, Gunner’ı kol boyu uzaklıkta tutuyordu. Çocuğu büyüyordu, Luke, bir gün, onu böyle kucaklayamayacağını anladı. Ama o gün henüz gelmemişti.

      “Beni dinle. Annen beni bırakmayacak, uzun bir zaman boyunca hep birlikte olacağız. Tamam?”

      “Tamam baba.”

      Merdivenlerden yukarı, odasına doğru kayboldu.

      Gunner gittiğinde ikisi uzunca birbirine baktılar. O uzaklık daha yakındı şimdi. Gunner aralarındaki köprüydü.

      “Luke…”

      Ellerini kaldırdı. ¨Konuşmadan önce, bir şey söylemek istiyorum. Seni ve Gunner’ı seviyorum, dünyadaki her şeyden çok seviyorum. Siz ikinizle birlikte olmak istiyorum, her gün, şimdi ve sonsuza dek. Gitmeyi istediğim için gitmiyorum. Gitmek istemiyorum. Bundan nefret ediyorum. Ama bu geceki o telefon görüşmesi… İnsanların hayatları tehlikede. Bu işi yaptığım bunca senedir, böyle bir şeyin ortasında kaç kere kaldım? Tam iki kere 2.Seviye’ydi. Çoğunlukla da 3.Seviye.

      Becca’nın yüzü olabilecek ek küçük miktarda yumuşamıştı.

      “Bunun seviyesi nedir?”

      “1.Seviye”

      2. Bölüm

      Saat 01:57

      McLean, Virjinya – Özel Müdahale Timi Karargahı

      “Efendim.” dedi biri. “Efendim, geldik.”

      Luke birden kendine geldi. Oturuşunu düzeltti. Helikopter pistinin kapısında park halindelerdi.  Hafif bir yağmur vardı. Şoföre baktı. Asker traşlı bir gençti, muhtemelen askerden yeni ayrılmıştı. Genç, gülümsüyordu.

      “Uyuyakaldınız efendim.”

      “Evet,” dedi Luke. İşin ağırlığı üzerine çöktü yine. Evde, Becca ile birlikte yatakta olmak istedi, ama o buradaydı. Katillerin radyoaktif malzeme çalmadığı bir dünyada yaşamak istedi. Uyumak ve güzel rüyalar görmek istedi. Ancak şu an, o güzelliklerin tam olarak ne olduğunu hayal bile edemiyordu. Uykusu, bildikleriyle zehirlenmişti.

      Çantalarıyla birlikte arabadan indi, güvenlik görevlisine kimlik kartını gösterdi, tarayıcıdan geçti.

      Şık, siyah bir helikopter, büyük bir Bell 430, platformun üzerinde bekliyor, pervaneleri dönüyordu. Luke ıslak asfaltı geçti, eğilerek gidiyordu. O yaklaştıkça helikopterin motoru vitesi yükseltti. Gitmek için hazırlardı. Yolcu kapısı kayarak açıldı ve Luke helikoptere tırmandı.

      İçeride hali hazırda altı kişi vardı, dördü arkada, ikisi önde, kokpittelerdi. Don Morris en yakın pencereye oturmuştu. Ona bakan koltuk boştu. Don boş koltuğu işaret etti.

      “Gelebildiğine sevindim Luke. Otur. Partiye katıl.”

      Helikopter kalkışa geçtiği sırada, Luke tek kişilik koltukta kemerlerini bağladı. Don’a baktı. Don yaşlıydı artık, alabros tipi saçı artık gri renk almıştı. Kirli sakalı griydi. Hatta kaşları bile gri renk almıştı. Ama hala Delta Force komutanı gibi duruyordu. Vücudu sert ve sağlam, bütün o çıkıntı ve keskin düşüşler ile yüzü ise granit bir kayalık gibiydi. Gözleri bir çift lazere benziyordu. Taş gibi ellerinde henüz yakılmamış bir puro tutuyordu. On yıldır bir tane bile yakmamıştı.

      Helikopter irtifa kazandığı sırada Don, kabindeki diğer yolcuları işaret etti. Hızlıca tanıttı. “Luke, dezavantajlı olan sensin, burada herkes seni zaten tanıyor, ama sen onları tanımayabilirsin. Trudy Wellington’u tanıyorsun, bilim ve istihbarat subayı.”

      Luke, siyah saçlı, büyük, yuvarlak çerçeveli gözlüğü olan bu genç ve güzel kadına kafasını sallayarak selam verdi. Defalarca birlikte çalışmışlardı. “Merhaba, Trudy.”

      “Merhaba, Luke.”

      “Tamam, aşk kuşları, bu kadarı yeter. Luke, bu Mark Swann, bizim teknoloji subayımız. Ve onunla birlikte, silah ve taktiklerden Ed Newsam.”

      Luke, adamlara da kafasıyla selam verdi. Swann beyaz tenli, kum rengi saçlı ve gözlüklü, belki otuz beş, belki kırk yaşındaydı. Luke daha önce onunla bir veya iki kere tanışmıştı. Newsam, Luke’un daha önce hiç görmediği, muhtemelen otuzlu yaşların ilk yarısında, siyahi, kel, sakalı ince ve kısa kesilmiş, iri-yarı, keskin kenarlı, geniş bir göğse sahip, çapı 60 santimlik dövmeli pazılarının, beyaz tişörtünden fırladığı bir adamdı. Silahlı bir düelloda karşısındakine cehennemi tanıtacak, birebir yakın dövüşte ise çok daha iyisini verecek biri gibi görünüyordu. Don “silah ve taktikler” derken aslında “kas” demek istiyordu.

      Helikopter seyir irtifasına çıkmıştı; Luke’un tahmini on bin fitti. Helikopterin irtifası sabitlendi ve hareket etmeye başladı. Bu şeyler saatte 150 milde kesiliyorlardı. Bu hızda, New York’a ulaşmak en az bir buçuk saat demekti.

      “Tamam, Trudy.” dedi Don. “Bizim için neyin var?”

      Elindeki akıllı cihaz, kabinin karanlığında parladı. Trudy tablete doğru bakıyordu. Bu, bir şeytan gibi, yüzünü ürkütücü bir hale soktu.

      “Daha önceden bilgi sahibi olmadığınızı