“Bu konuda bizzat büyücü bize en iyi şekilde yol gösterebilir,” dedi Lord, “eğer bu bay,” (mübaşirlerin şefine doğru dönerek) “tutukladığı adamla konuşmamıza imkân sağlayabilirse.”
Mübaşirlerin şefi buna söz verdi ve biz de hemen ertesi sabah onu ziyaret edeceğimize dair İngiliz’le sözleştik. Derken Venedik’e geri dönmek üzere yola koyulduk.
Sabahın erken saatlerinde Lord Seymour (İngiliz’in adı buydu) oradaydı ve kısa bir süre sonra mübaşirin bizi hapishaneye götürmesi için gönderdiği, daha önceden de gördüğümüz bir şahıs geldi. Bu arada Prens’in birkaç günden beri avcı erlerinden birinin kayıp olduğunu söylemeyi unuttum. Bremen doğumlu bu avcı eri uzun yıllar Prens’e dürüstçe hizmet etmiş ve onun güvenini kazanmıştı. Başına bir şey mi geldi, kaçırıldı mı, yoksa kaçtı mı, kimse bilmiyordu. Kaçması için ortada mantıklı hiçbir sebep yoktu, her zaman sessiz ve düzgün çalışan bir insan olduğu için, kendisine asla bir ihtarda bulunulmamıştı. Arkadaşlarının bütün hatırlayabildikleri, son zamanlarda içine kapandığı ve vakit bulduğu her an, Giudecca Adası’ndaki bir Minorit10 manastırını ziyaret ettiği ve orada birkaç biraderle sık sık görüştüğüydü. Bu durumdan yola çıkarak onun belki de keşişlerin etkisine kapılıp Katolikliği kabul etmiş olabileceği kanısına vardık. Prens o zamanlar bu konuları pek umursamadığından, sonuçsuz kalan birkaç araştırma yaptırmakla yetinmişti. Yine de, sefere çıktığında her zaman yanında olan, ona hep sadık kalan ve yabancı bir memlekette kolayca yeri doldurulamayacak bu insanın kaybı onu üzüyordu. Ancak o gün, tam dışarı çıkmak üzere olduğumuz sırada, Prens’in kendisine yeni bir hizmetkâr temin etmesi için görevlendirdiği banker aradı ve Prens’e iyi eğitimli, düzgün kıyafetli, orta yaşlı, uzun yıllar bir procurator’un11 hizmetinde yazman olarak çalışmış, Fransızca ve biraz da Almanca bilen, ayrıca çok iyi referansları bulunan birini takdim etti. Adamın fizyonomisi beğenildi, ayrıca maaşının Prens’in onun hizmetinden memnuniyetine bağlı olarak belirlenmesini istediğini açıklaması üzerine, hiç tereddütsüz işe alındı.
Sicilyalı’yı özel bir hapishanede bulduk; mübaşirin dediğine göre, Prens’in ricasıyla şimdilik buraya getirilmişti ama daha ileride, tüm girişleri kapatılmış, kurşunla kaplı damların altına atılacaktı. Bu kurşun damlar, Venedik’in en korkunç hapishanesidir; San Marco Sarayı’nın çatısı altında bulunan bu hapishaneye atılan bahtsız suçlular, kızgın güneş ışınlarını toplayan kurşun yüzeyin altında çoğunlukla cinnet geçirirler. Sicilyalı dünkü olaydan sonra tekrar kendine gelmişti, Prens’i görünce saygıyla ayağa kalktı. Bir bacağı ve bir eli zincire vurulmuştu, onun dışında odanın içinde serbestçe dolaşabiliyordu. Biz içeri girince, nöbetçi yanımızdan uzaklaşarak kapının önüne çıktı.
“Gelişimin sebebi,” dedi Prens, yerlerimize oturduktan sonra, “sizden iki konuda açıklama istememdir. İlkini bana zaten borçlusunuz, diğeriyle ilgili olarak da beni tatmin etmeniz zararınıza olmaz.”
“Bu oyunda artık benim rolüm kalmadı,” diye karşılık verdi Sicilyalı. “Kaderim sizin ellerinizde.”
“Bir tek dürüstlüğünüz,” diye karşılık verdi Prens, “bunu hafifletebilir.”
“Sorun, saygıdeğer bayım. Cevaplamaya hazırım, çünkü artık kaybedecek hiçbir şeyim yok.”
“Ermeni’nin yüzünü elinizdeki aynada görmemi sağladınız. Bunu nasıl yaptınız?”
“Baktığınız şey, ayna değildi. Ermeni kıyafetli bir adamın tasvir edildiği, üzeri camlanmış basit bir pastel resim sizi yanılttı. Benim elçabukluğum, akşam karanlığı, sizin hayretiniz bu aldatmacayı destekledi. Otelde el konulan diğer eşyaların arasında bu resim de bulunacaktır.”
“Peki benim düşüncelerimi nasıl bu kadar iyi bilebildiniz ve doğrudan Ermeni’yi tahmin ettiniz?”
“Bu hiç de zor olmadı, saygıdeğer bayım. Yemek masalarında hizmetkârlarınızın önünde kimseden kuşkulanmaksızın Ermeni’yle aranızda geçen olayı anlatır dururdunuz. Adamlarımdan biri, hizmetinizdeki bir avcı eriyle tesadüfen Giudecca’da tanışmış ve benim için gereken bilgiyi yavaş yavaş kendisinden almayı bilmiş.”
“Bu avcı eri nerede?” diye sordu Prens. “Onu bulamıyorum, kaçtığından mutlaka haberiniz vardır.”
“Size yemin ederim, bu konuda en ufak bir bilgim yok, saygıdeğer bayım. Ben şahsen kendisini hiç görmedim, biraz önce bahsettiğim konunun dışında onunla asla başka bir ilişkim olmadı.”
“Devam edin,” dedi Prens.
“Bu yolla sizin Venedik’te kalışınız ve başınıza gelenlerden aslında ilk kez haberim oluyordu ve derhal bunu kullanmaya karar verdim. Görüyorsunuz, saygıdeğer bayım, dürüst konuşuyorum. Brenta Nehri üzerinde geziye çıkmayı planladığınızı öğrendim; buna yönelik hazırlıklarımı yapmıştım ve tesadüfen elinizden düşürdüğünüz bir anahtar, sanatımı üzerinizde denemem için bana ilk fırsatı verdi.”
“Nasıl? Yani ben yanıldım mı? Demek anahtar meselesi Ermeni’nin değil, sizin eserinizdi. Anahtarımı düşürdüm mü demek istiyorsunuz?”
“Para kesenizi çıkartırken – işte ben de o ânı fırsat bildim, kimseye fark ettirmeden çabucak ayağımla üzerini kapattım. Piyango çekilişi yaptığınız yerdeki kişiyle aramızda anlaşmıştık. Size boş numaranın olmadığı bir kaptan çekiliş yaptırdı, anahtar siz kazanmadan çok daha önce kutunun içine yerleştirilmişti.”
“Şimdi anlıyorum. Peki ya, yolumu kesip bana o ciddi lafları eden çıplak ayaklı keşiş?”
“O da, duyduğuma göre, yaralı olarak şömineden çekip çıkarılan adamın ta kendisi. Bu gizli saklı işte bana hizmet eden arkadaşlarımdan biri.”
“Peki bunu ne amaçla yaptınız?”
“Sizi düşündürmek için; sizi belli bir ruh durumuna önceden hazırlamak, aklınıza sokmuş olduğum doğaüstü hallere duyarlı kılmak için.”
“Peki ya, o umulmadık, tuhaf bir yöne dönen pantomim gösterisi – en azından onda sizin parmağınız yoktu, öyle değil mi?”
“Kraliçeyi canlandıran kızı ben çalıştırmıştım, onun rolü baştan sona benim eserimdir. Prens cenaplarının böyle bir yerde tanınmış olmayı hayli yadırgayacağını tahmin ettim ve affınıza sığınıyorum, saygıdeğer bayım, Ermeni’yle ilgili maceranız sizin olağanüstü bir olay karşısında doğal yorumlara tenezzül etmeyip bunun kaynağını daha yükseklerde aramaya çoktan eğilimli olabileceğiniz konusunda beni ümitlendirmişti.”
“Gerçekten,” diye bağırdı Prens, sıkkın ve şaşkın bir yüz ifadesiyle, o arada özellikle bana doğru anlamlı bir bakışla, “gerçekten,” diye haykırdı, “bunu beklemiyordum!”
“Peki,” diyerek uzun bir suskunluğun ardından konuşmasına devam etti, “şöminenin üzerindeki duvarda beliren görüntüyü nasıl meydana getirdiniz?”
“Tam karşıdaki kepenge yerleştirilmiş olan laterna magica ile. Sonradan oradaki deliği siz de fark etmişsinizdir.”
“Fakat nasıl oldu da, aramızdan bir kişi bile bunun farkına varmadı?” diye sordu Lord Seymour.
“Hatırlarsanız, saygıdeğer bayım, salona döndüğünüzde yoğun bir duman her tarafı karartmıştı. Ayrıca önlem olarak, kaldırılan tahta döşemeleri laterna