Etrafta kimsecikler kalmadığında Françoise’ın yıllar önce ölen ailesi için hâlâ gözyaşı döktüğünü bilen annem, tatlı tatlı onlardan konu açar, hayatları hakkında binbir ayrıntı sorardı.
Annem, Françoise’ın, damadından hoşlanmadığını ve damadının varlığının, kızıyla birlikte olmaktan alacağı zevkin azalmasına sebep olduğunu sezmişti. Dolayısıyla Françoise Combray’den birkaç kilometre uzaklıktaki evlerine onları görmeye gideceği zaman, annem gülümseyerek, “Eğer Julien’in işi çıkmışsa, evde değilse ve Marguerite’le bütün gün baş başa kalsanız, çok üzülürsünüz ama kaderinize razı olursunuz değil mi Françoise?” derdi. Bunun üzerine Françoise gülerek, “Hanımefendi her şeyi biliyor; hanımefendi Mme Octave için getirtilen ve kalbinizin içindekileri bile görebilen X (X’i, kendisi gibi bir cahilin bu bilimsel terimi kullanabilmesine gülerek, sahte bir zorlanmayla, kendi kendine alay ederek söylerdi.) ışınlarından beter.” diye karşılık verir ve onunla meşgul olunmasından dolayı mahcup, belki de ağladığını görmememiz için ortadan kayboluverirdi; annem, bir köylünün hayatının, mutluluklarının, acılarının ilgi uyandırabileceğini, kendinden başka insanlar için bir sevinç veya üzüntü kaynağı olabileceğini hissetmenin bu yumuşak heyecanını ona yaşatan ilk kişi olmuştu. Halam, sabahın beşinden itibaren peksimeti andıran, kolalanmış, kusursuz kıvrımlı başlığıyla, mutfağında da bayramlık kıyafetleri içindeki kadar güzel olan bu zeki, çalışkan hizmetkârı annemin ne kadar takdir ettiğini bildiği için, Combray’ye ziyaretimiz süresince, Françoise’dan biraz vazgeçmeye razı olurdu; Françoise her şeyi iyi yapar, sağlığı yerinde olsun olmasın, hiç sesini çıkarmadan göze batmadan arı gibi çalışırdı; halamın hizmetkârları arasında, annem sıcak su veya kahve istediğinde, suyu gerçekten kaynar hâlde getiren bir tek Françoise’dı; bir evde onun dâhil olduğu türde hizmetkârlar, eve ilk kez gelen bir yabancının en hoşlanmadığı hizmetkârlardır çünkü belki de ev sahiplerinin bu misafire ihtiyaçları olmadığını ve kendilerini işten çıkarmaktansa onu misafir etmekten vazgeçeceklerini bildiklerinden, misafirin gönlünü kazanma zahmetine katlanmayıp herhangi bir kibarlık göstermezlerdi; ama aynı zamanda efendilerinin üzerine titrediği hizmetkârlardır çünkü efendiler, bir misafirde olumlu izlenim bırakan ancak genellikle onarılamaz bir beceriksizliği gizleyen o sahte inceliğe, yaltakçı gevezeliğe tenezzül etmez ve onların gerçek yeteneklerini tecrübeyle bilirler.
Annemlerin bütün ihtiyaçlarının karşılandığından emin olduktan sonra Françoise, halama pepsinini vermek ve öğle yemeğinde ne yiyeceğini sormak için tekrar yukarı çıkar, genellikle önemli bir konuda görüşünü belirtmesi veya açıklamada bulunması gerekirdi:
“Mme Goupil, kız kardeşini almaya on beş dakika geç gitti, düşünebiliyor musunuz Françoise? Yolda biraz oyalanıp da kiliseye rahip kutsal ekmekle şarabı dağıtırken varırsa hiç şaşırmam!”
“Eh! Sonunda olacağı budur!” diye cevap verirdi Françoise.
“Françoise beş dakika önce gelseydiniz, elinde Mme Callot’nun sattıklarının iki katı kalınlığındaki kuşkonmazlarla geçen Mme Imbert’i görecektiniz; hizmetçisinden öğrenin bakalım, nereden almış. Siz bu sene bütün soslara kuşkonmaz koyuyorsunuz ya, misafirlerimiz için de öyle güzellerinden alırdınız.”
“Saygıdeğer pederden aldığına kuşkum yok.” derdi Françoise.
“Ah benim zavallı Françoise’cığım! Saygıdeğer pederden almış olur mu hiç?!” diye karşılık verirdi halam omuz silkerek. “Siz de biliyorsunuz ki onun yetiştirdikleri ufacık, işe yaramaz kuşkonmazlar. Bunlarsa kol kadardı diyorum size! Sizin kolunuz kadar değil elbette ama bu sene daha da zayıflayan benim kolum gibiydiler… Françoise, şu biraz önceki kafamı şişiren gürültüyü işitmediniz mi?”
“Hayır, Madam Octave.”
“Ah! Küçüğüm, Tanrı’ya şükredin kafanız pek sağlammış. Doktor Piperaud’yu çağırmaya giden Maguelone’un sesiymiş. Doktor anında çıktı, birlikte L’Oiseau Sokağı’na döndüler. Çocuklardan biri hastalanmış olmalı.”
“Ah yüce Tanrı’m!” diye iç geçirdi Françoise, kendisi, tanımadığı birinin başına bir kötülük gelse bile dünyanın öbür ucunda da olsa hemen ağlamaklı konuşmaya başlardı.
“Françoise ölüm çanları kimin için çaldı? Ah! Tanrı’m, Mme Rousseau içindir! Geçen akşam vefat ettiğini unutuvermişim. Ah! Yüce Tanrı’mın beni de çağırma vakti geldi artık. Zavallı Octave’cığım öldüğünden beri kafam yerinde değil. Ama sizin de vaktinizi alıyorum kızım…”
“Ama hayır Madam Octave, benim vaktim o kadar değerli değil; vakti yaratan bize parayla satmadı ya! Gene de gidip şu ateşe bakayım sönmüş olmasın…”
Böylece Françoise’la halam, günün ilk olaylarını, bu sabah seansında birlikte değerlendirmiş olurlardı. Ama bazen de olaylar öyle gizemli ve önemli bir niteliğe bürünürlerdi ki halam Françoise’ın yukarı çıkmasını bekleyemezdi, art arda dört defa çalan zilin muazzam sesi evin içinde yankılanırdı.
“Ama Madam Octave pepsin saati henüz gelmedi ki!” derdi Françoise. “Yoksa bir hâlsizlik mi hissettiniz?”
“Yok canım…” derdi halam. “Aslında öyle de denebilir, biliyorsunuz ki artık kendimi hâlsiz hissetmediğim bir an bile yok gibi; bir gün Mme Rousseau gibi kendimi bilmeden göçüp gideceğim ama zili bunun için çalmadım. İster inanın ister inanmayın Mme Goupil’i hiç tanımadığım bir kızla gördüm biraz önce. Hadi, gidin de Camus’den biraz tuz alın. Théodore, o kızın kim olduğunu mutlaka biliyordur.”
“M. Pupin’in kızıdır.” derdi Françoise sabahtan beri iki defa Camus’ye gitmiş olduğundan hazırdaki açıklamayı benimsemekten yana.
“M. Pupin’in kızı mı?! Ah! Ne diyorsunuz Françoise’cığım! Öyle olsa tanımaz mıyım?!”
“Ama büyük kızını demiyorum ki Madam Octave, küçüğünü kastediyorum, Jouy’da, yatılı okulda olanı. Bu sabah galiba ben de gördüm onu.”
“Ha! O zaman başka…” derdi halam. “Bayram için geldi herhâlde. Tabii ya! Şimdi anlaşıldı, bayram için gelmiş olacak. Durum buysa Mme Sazerat öğle yemeği için birazdan kız kardeşine gelir. Tamam işte! Galopin’in çırağının da elinde bir turtayla geçtiğini gördüm! Göreceksiniz, o turta kesin Mme Goupil’lere gidiyordur.”
“Mme Goupil’in misafirleri varsa az sonra herkes öğle yemeğine gelir Madam Octave çünkü saat epey geç oldu.” derdi öğle yemeğiyle ilgilenmek için sabırsızlandığı sırada halama böyle bir oyalanma fırsatı çıkacağına sevinen Françoise.
“Yok canım! On ikiden önce gelmezler.” diye cevap verirdi halam kadere boyun eğen bir ses tonuyla ama her şeyden vazgeçmiş olduğu hâlde, Mme Goupil’in öğle yemeği için misafirleri olduğunu öğrenmenin kendisine bu müthiş fakat ne yazık ki bir saatten daha fazla beklemek zorunda kalacağı bir haz verdiğini göstermek korkusuyla duvar saatine endişe dolu kaçamak bir bakış atardı. “Tam da benim öğle yemeği saatime denk geliyor!” diye ekledi alçak sesle kendi kendine. Öğle yemeği onun için yeterli bir oyalanma şekliydi, onun için beraberinde başka bir uğraş daha istemezdi. “Bari, kremalı yumurtamı düz tabakta vermeyi unutmayın.”
Üzeri yazılı resimlerle süslenmiş tek tabaklardı bu düz tabaklar ve halam her yemekte, o gün servis edilen tabağın üzerindeki yazıları okuyarak eğlenirdi.