David Copperfield. Чарльз Диккенс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Чарльз Диккенс
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-50-1
Скачать книгу
götürmek için annemden müsaade istediği zaman o, zannettiğim kadar hayret etmedi. Hatta Peggotty’nin istediğine memnuniyetle müsaade etti. Seyahatimiz için her şey hazırlandı.

      Hareketimizden evvelki gece uyumadım. Çünkü bir yanardağ indifası7 veyahut bir zelzele olur da hareketimizi geciktirir diye korkuyordum.

      Bizi götürecek araba evimizin parmaklığı önünde durduğu zaman annem şefkatle beni öptü. Anneme ve o zamana kadar hiç terk etmediğim evime o kadar merbuttum,8 onları o kadar seviyordum ki heyecanımdan ağlamaya başladım.

      Araba hareket ettiği zaman annem de ağladı ve beni bir kere daha öpmek için arabacıya “Dur!” diye haykırdı.

      Araba biraz yürüdükten sonra evimize gelen erkeği gördüm. Anneme yaklaştı. Hâlinden annemin müteessir olmasına darıldığını hissettim. Onun neden bu kadar alakadar olduğunu kendi kendime sordum. Peggotty’nin benim baktığım tarafa baktığını ve canının pek sıkıldığını gördüğüm zaman büyük bir hayret içinde kaldım.

      Kendi kendime Eğer Peggotty beni kaybedecek olursa acaba onun yola ektiği düğmeler sayesinde evi bulabilir miyim? diyordum.

      III

      Arabanın atı, başını önüne eğmiş ağır ağır gidiyordu. Kim bilir belki de arabada yığılı olan hediyelere muntazır9 olanları bekletmekten müstehziyane bir zevk duyuyordu. Atın sahibi tedavisi kabil olmayan bir öksürüğe tutulmuş olduğunu söylediği hâlde onun, bunu düşünerek eğlendiğine insanın yemin edeceği geliyordu. Zaten arabacı da beygiri gibi uyukluyordu. Beygir kendiliğinden yürüyordu. Yarmouth’a da yalnız başına varacaktı.

      Şehre vardık. Bahriyelilerle dolu sokakları; katran, balık ve çam tahtası kokuyordu. Ben bu kalabalığı görünce daha şimdiden büyük bir zevk duyuyordum. Benim düşüncelerimi güler yüzle dinleyen Peggotty bana “Yarmouth dünyanın en güzel şehridir.” dedi.

      Hizmetçimin yeğeni Ham bizi bir kahvehanede bekliyordu. Eski bir dost gibi karşıladı. Elimi sıktı. Evine götürmek için beni omzunun üstüne oturttu.

      Bu, iri ve kuvvetli bir yiğitti. Yelken bezinden bir ceket giymişti. Pantolonu o kadar katı idi ki yalnız başına dimdik durabilirdi. Başında eski kalelerin üzerini örten katran renginde bir çatı vardı.

      Şehirden çıkıp da sahilin kumluğu önümüzde yayıldığı zaman bana dedi ki:

      “Mister David, işte evimiz!”

      Etrafıma göz gezdirdim, bir gemi karinesi gördüm. Tersine çevrilmiş, üstüne bir baca takılmıştı. Bacadan deniz kokan havaya sakin sakin duman çıkıyordu. Tereddütle dedim ki:

      “Bu değil ya?”

      “Evet burası… Mister David.”

      Biraz daha bakınca geminin hurdasında bir kapı ile minimini iki pencere gördüm. Lakin bu geminin içine girdiğim zaman hayretimin hududu yoktu. Şüphesiz gemi karaya çekilip ev hâline konulmadan önce uzun seneler denizde dolaşmıştı.

      Uzaktan, bir kadının reverans yaptığını gördüm. Bizi, yerlere kadar eğilerek karşıladı. Yanında gayet güzel, küçük bir kız duruyordu. Ondan yanaklarını öpmek müsaadesini istediğim zaman koşup saklandı.

      Peggotty beni bize tahsis edilen odaya götürdü. Oda vapurun arka tarafında idi. Vaktiyle dümen mihverinin geçtiği delikten hasıl olan küçücük penceresiyle bu oda benim çok hoşuma gitti. İstiridye kabuklarından bir çerçeve ile çevrilmiş aynası, minimini yatağı vardı. Duvarları beyazlıktan parlıyordu.

      Bu garip meskende nefis bir balık kokusu hüküm sürüyordu. Bu, o kadar sinici bir koku idi ki burnuma götürdüğüm mendilime bir ıstakoz sarılmış zannediyordum. Peggotty’ye bundan bahsettim, bana kardeşinin ıstakoz ve yengeç avladığını haber verdi. Biraz sonra bizim meskene dayanmış bir küçük bina keşfettim, burada birçok kabuklu hayvan vardı. Bu ıstakozlar yanlarına gelenleri kıskaçlamak için fırsat bekliyorlardı.

      Büyük bir iştaha ile pisi balığı ve tereyağıyla pişmiş patatesten ibaret olan yemeğimizi yedik, buna benim için bir de kotlet ilave edilmişti. Yemeğimizi bitirdiğimiz sırada sağlam yapılı, beşuş10 simalı bir adamın içeri girdiğini gördük; bu, Peggotty’nin erkek kardeşi ve evin efendisi idi.

      Kız kardeşini kucakladıktan sonra bana dedi ki:

      “Sizi gördüğümden dolayı çok memnunum mösyö! Siz burada kaba saba adamların evindesiniz. Lakin onların kalpleri iyidir.”

      Sonra kız kardeşinin yüzüne bakarak ilave etti:

      “Bizim mütevazı misafirperverliğimizle kanaat ederseniz Ham, küçük Emily ve ben çok müftehir oluruz.”

      Teşekkür etmek için bana vakit bırakmadı. Sıcak su dolu büyük bir kapla dışarı çıktı, yıkandı, geldi.

      Yüzü o kadar kızarmıştı ki o dakikada aklıma ıstakozlar, yengeçler geldi. Bunlar da kaynar suya atılmadan evvel simsiyah, sonra kıpkırmızı olurlar.

      Her taraf kapalı, sisten, soğuktan mahfuz olan bu oda gece bana çok tatlı geldi. İki kardeş konuşurken Ham iskambil falına bakıyor ve elinin dokunduğu yerde parmaklarının izi kalıyor, Emily dikiş dikiyordu.

      Aklıma bir sual geldi, dayanamadım, sordum. Çekingen bir tavırla dedim ki:

      “Mösyö Peggotty! Siz Nuh’un gemisine benzer bir yerde oturduğunuz için mi oğlunuza Ham ismini verdiniz?”

      “Ona bu ismi koyan ben değilim mösyö! Bu ismi ona pederim ve denizde boğulan erkek kardeşim Joe verdiler.”

      Biraz şaşkın bir hâlde tekrar dedim ki:

      “O hâlde küçük Emily sizin kızınızdır.”

      “Hayır, onun babası kayınbiraderim Tom’dur; denizde boğuldu.”

      Daha ziyade sormanın güç olduğuna karar verdim. Fakat bazı şeyler daha öğrenmek istiyordum. Yine Mösyö Peggotty’ye çocuğu olup olmadığını sordum. Hafifçe gülümseyerek cevap verdi:

      “Hayır, Mister David. Ben bekârım.”

      “Bekâr mı?! O hâlde bu iş işleyen hanım kim?”

      “O, Madam Gummidge’dir.”

      Dadım bu anda benim susmamın daha iyi olacağına hükmetti ve bana o kadar manidar bir bakışla baktı ki odama gidinceye kadar ağzımı açmadım. Dadım odaya kadar bana refakat etti. Anlattı ki erkek kardeşi, Ham’la Emily’yi evlatlığa kabul etmiş. Madam Gum-midge de Mösyö Peggotty’nin sefaletten ölen bir arkadaşının zevcesi imiş. Ev sahibinin alicenaplığı beni pek mütehassis etti. Denizin, rüzgârın gürültüsü içinde uyudum. Gemiyi dalgaların alıp götürmesinden korktum, fakat gemide Mösyö Peggotty’nin bulunması bana emniyet verdi.

      İstiridye kabuklarıyla çerçeveli aynayı güneş parlatır parlatmaz kalktım, küçük Emily ile beraber deniz kenarında çakıl taşı toplamak için dışarı çıktım. Küçük Emily’ye “Siz hakiki bir küçük denizcisiniz.” dedim.

      Şiddetle cevap verdi:

      “Hayır! Ben denizden korkarım.”

      Bitmez tükenmez dalgalara cesurane bakarak tafrafuruşça11 cevap verdim:

      “Ben korkmam!”

      Emily mukabele etti:

      “O çok fenadır. Bir gün onun ev kadar büyük bir gemiyi parçaladığını gördüm


<p>7</p>

İndifa: Püskürme. (e.n.)

<p>8</p>

Merbut: Bağlı. (e.n.)

<p>9</p>

Muntazır: Bekleyen, gözleyen. (e.n.)

<p>10</p>

Beşuş: Güler yüzlü, güleç, gülümser. (e.n.)

<p>11</p>

Tafrafuruş: Yüksekten atan, böbürlenen. (e.n.)