Çin Kültürü
George Tradescant Lay İngiliz bir doğa bilimleri uzmanı, misyoner ve diplomattı. 1825 ve 1828 yılları arasında İngiliz gemisi HMS Blossom’da doğabilimci olarak çalışarak California, Alaska, Kamchatka, Çin, Meksika, Güney Amerika ve Hawaii gibi bölgelerden örnekler topladı. Layia gaillardioides çiçeğini ilk keşfeden kişi olarak tanınır. Ardından 1836’dan 1839 yılına kadar British and Foreign Bible Society adına misyonerlik yapmak amacıyla Çin’e gitti ve orada Çin dili ve kültürünü araştırdı. 1839’da İngiltere’ye dönmeden önce deneyimleri sayesinde Çin Konsolosu olmaya hak kazandı. 1834’de Kanton’a, 1844’te Foochow’a ve nihayet 1845’te Amoy’a gönderildi ve o yıl humma nedeniyle hayatını kaybetti.
Cemal Can Tarımcıoğlu, 1988 yılında Üsküdar’da doğdu. 2012’de İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü felsefe yandal programıyla birlikte tamamladı. 2014’te ise askeri tarih alanında yüksek lisansını bitirdi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi alanında doktorasına başladı ancak 2018’in sonlarına doğru çeviri yapmaya başladıktan sonra doktorayı yarıda bıraktı. O tarihten itibaren kitap çevirileri yapmaya devam ediyor, ayrıca Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okuyor.
Çin İmparatoru, makam mührünü teslim ediyor.
BIRINCI BÖLÜM
Çinlilerin Fiziksel ve Ahlaki Özellikleri
İnsanın fiziksel ve entelektüel karakterini, birbirine sıkı sıkıya bağlı şeyler (beden ve zihin), birbirini karşılıklı olarak etkileyen ve belirleyen birliğe karşılık gelen yanları olarak görüyorum. Yaratılış, insan doğasının farklı çeşitlerinin ilginç örnekler sunduğu bir uyumlar evrenidir. Bir Avrupalının zihni bir Avrupalının bedenine ve bir Çinlinin zihni bir Çinlinin bedenine uyarlanmıştır. Avrupalılar arasında Kafkas ırkına mensup en iyi olanı alın ve onu Moğollarla akraba olan Çin’in çocukları arasında en seçkin olanın yanına koyun; daha sonra her birinin zihinsel olarak en güzel örneğini alın ve bir araya getirin ve aşağıdaki analojiyi elde edin: İnsan, dış simetri ve güzellikte nasılsa, eserleri veya zihinsel kapasitesiyle ilgili verdiği sözler de öyledir. Bu nedenle, doğanın bir Çinli üzerinde etkilediği bu dışsal çizgilerin ve oranların birkaçının izini, onun bazı önde gelen alışkanlıkları ve doğal yetenekleriyle yakın ilişki içinde izleyeceğim.
Avrupalıların genel yapısıyla karşılaştırıldığında bir Çinlinin kafasının arkası geniş, önü dardır. Başın ön kısmı entelektüel yeteneği temsil ediyorsa avantaj bizim lehimizedir. Çinlilerin insanlığın geri kalanıyla karışmadıkları ve bu nedenle bir insanın bir başkası üzerinde uyguladığı keskinleştirici etkiye uğramadıkları zaman zaman belirtilmiştir. Ancak Çin imparatorluğu, Hıristiyanlık döneminden önce birbirleriyle pek çok çatışmaya girmiş birçok ulusun bir bileşimidir. Öyle ki, insanların sürtüşmeleri ve itişmeleri entelektüel harikalar gibi bir şeyi ortaya çıkarabiliyorsa, dünyanın bu kısmı bu açıdan çok şanslı demektir.
Bir Çinlinin kafasında, çok genel olmasa da dikkatimizi çekmeye değer başka bir özellik daha vardır ve bu, tepeden alın bölgesine kadar açık bir şekilde uzanan çıkıntıdır. Bu, bazı durumlarda kafatasının yüzeyinde aniden ve dik olarak yükseldiği için bir tepeye benzer ve bazı resimlerde evriminin aşırı durumuyla temsil edilir; zira ressamlar, yaşlı insanları bu çok tuhaf süslemeyle resmetmeye bayılırlar. Şimdi, modern bilimin bir branşından bir ipucu alırsak ve bu olağanüstü yükselişi sebat, iyi mizah ve hürmet gibi içsel alışkanlıklarıyla bağlantılı olarak ele alırsak, kanıtlama değilse bile argümanımıza uygulanabilirlik kazandırmak için yeterli zemini bulacağız.
Birincisi, bir kez ele alındıklarında insanları fikirlere, geleneklere ve girişimlere bağlı kalmaya sevk eden sebat etme içgüdüsü veya yetisiyle ilgilidir. Bu, kendilerini her zaman, yoldan çıkma konusunda isteksiz gösteren Çinlilerin bir özelliği olarak kabul edilir. Eylemlerinde, âdetlerinde ve eğlencelerinde eski olana çarpıcı bir bağlılık sergilerler. Bunun yanı sıra, kendi sağduyularının ve öğretilerinin onları daha fazla güzellik veya uyum için birçok şeyi değiştirmeye teşvik ettiği görülebilir. Ama burada yeniyi kullanırlar ve eskiye hayran kalırlar.
Sabırlı bir uygulamayla elde edilen başarı, hiçbir yerde Çin’deki kadar sık örneklendirilemez. İyi bir tarzda yazmanın salt başarısı, yalnızca uzun yıllar süren meşakkatli çalışmanın ve özveride bulunmanın sonucudur. Bir yabancı, konuyu hemen kavramaya heveslidir ve bir şeyin başlangıcını tam olarak görmeden sonunu ayırt edemezse tatmin olmaz. Bir yerli, günler, aylar ve yıllar hızla ilerlerken, yığının arttığı gecikme hızının farkında olmadan, bir seferde bir tahıl almakla yetinir. Yazılı karakterin güzelliği, kompozisyonlarının tamamlanmış zarafeti, ipek imalatlarının, işlemelerinin vb. mükemmelliği, porselenlerinin çekiciliği ve ister sanata ister bilgiye ait olsun diğer her şey, sabırlı çalışkanlığın ve uygulamanın gerçek sonuçlarıdır. Bir Çinli, hiçbir kestirme yol kullanmaz, işten kaytarmak için hiçbir basit yönteme başvurmaz; bir amaca ulaşmak için ustaca kaynaklara sahip olsa da zamandan tasarruf etmek için böyle bir şansı yoktur. Hayran kaldığımız bu fildişi oyuncaklar, işe sabırla bağlı kalınarak işlenmiştir.
İkincisi, sosyal duygu veya iyi mizah, yumuşak huyluluk ve başkalarının neşe ve sevincini paylaşmaya yönelik iyi huylu bir eğilim, Çinli bir grupla karşılaştığımız her yerde görülür. Birbirleriyle mükemmel bir uyum içinde, çoğu zaman farklı meslekler peşinde koşan işçilerle dolup taşan dükkânlar görürüz. İşte ya da oyun oynarken, yiyeceklerini temizlerken ya da bir yemeği paylaşırken iyi bir anlayışın hâkim olduğunu görürüz. Bir tartışma çıkarsa kısa süre sonra geçer, anlaşmazlık sona erer ve yeniden barış ortamı oluşur. Toplum içinde yaşamak bir Çinlinin ekmeği ve suyudur. Bir Çinli, hemcinslerinden oluşan bir grup içerisinde bir kimlik kazanır.
Üçüncüsü saygıdır. Çin karakterini genel araştırma sınırlarının biraz dışına çıkıp incelersek itaat hareketlerinde korkunun hiçbir etkisinin olmadığını görürüz. Başlarını yere, kadim çağları yumuşaklık ve iyilikseverlikleriyle süsleyen atalarının ve bilgelerin gölgesine doğru eğerler. Ahlaki sistemlerinin kökü ya da ahlaki sorumlulukların kökeni, gençlerin yaşlılara gösterdiği saygı ya da tapınmada yer alır. İş dışında, Çin’deki yerlilerin ilişkileri küçük saygı eylemlerinden oluşur. İlişkili görev kuralları, bir kişinin komşusunu ağabey olarak görmesini ve dolayısıyla bu ihtiyarlığa saygı göstermesini emreder. Dolayısıyla bu hürmet gösterilerinin sebebi korku veya kazanç elde etme umudu değildir; bunlar, ulusun karakteri için gerekli olan bir özelliğin kendiliğinden gelişen sonuçlarıdır.
Bir Çinlinin saçı, kaba ve düzensiz dokusuyla dikkat çekicidir, bu nedenle bir örneğini gördüğünde bir yabancıyı bunun gerçekten bir insan kafasına ait olduğuna ikna etmek bazen kolay değildir. Bu durum, belki de büyük kısmı tıraş etme ve gerisini zarif bir kuyruk ile yukarıdan aşağıya doğru bırakma uygulamasına yol açmıştır. Bu gelenek, Çinlilere yaklaşık iki yüzyıl önce Tatar veya Mançu fatihleri tarafından dayatılmıştır. O dönemden önce, Lewchew halkının şu anda yaptığı gibi saçı sarıp bir düğümle tutturuyorlardı. Japonlar zarafet ve rahatlık için başın ön kısımlarını tıraş ederler. Kafkasyalılar (bizler) ile Moğollar (Çinliler, Japonlar vb.) arasındaki fark, hiçbir bakımdan bu özellikten daha çarpıcı görünmez. Bir akşam Makao’daki çarşıdan geçerken, bir çocuğun olağandışı görünüşü gözüme çarptı ve bakmak için durdum. Eşsizliğin başlıca nedenini oluşturan şey, kulakların ve alnın üzerine gevşekçe sarkan yumuşak kumral saçlardı ama çehresinde, havasında, dadısının ona verdiği elmayı tutuş biçiminde çekici bir şey vardı. “Güzel çocuk!” dedim kendime ait canlı bir hatırayla elimi başının üstüne koyarken. Bu çocuğun annesi yerliydi, siyah bir folyo üzerine yerleştirilmiş bir mücevher gibi görünen bu saçı ufaklığa miras bırakmıştı.
Çinlinin yüzü geniş ama gözleri, ağzı ve burnu küçüktür. Dolayısıyla aşağı yukarı söyleyebiliriz ki, bir heykeltıraş bir büstü yontarken, bir durumda yüz vuruş yapmak zorunda kalacakken diğerinde bir tanesi yeterli olacaktır. Duyguların dışa dönük tezahürleri, yüzde kalan tüm boşlukları doldurur ve büstün yaşam ve güzellik dokunuşlarını verir.
Çinlilerin