Memur bir ailede dünyaya gelen kardeşler çeşitli lehçeleri incelediler; sonrasında köy köy, kasaba kasaba dolaşarak akşam sohbetlerinde yüzyıllardan beri nesilden nesile aktarılan, unutulmaya yüz tutmuş eski Alman şiirlerini, efsanelerini ve masallarını derleyip edebî bir bakışla yeniden kaleme alarak 1812 yılında Çocuk ve Yuva Masalları (Kinder und Hausmärchen) adı altında yayımladılar. Fakat kitap orijinal adıyla değil, Grimm Masalları olarak ünlendi. 1816-1818 tarihleri arasında iki cilt olarak yayımladıkları Alman Efsaneleri (Deutsche Sagen) ise ilk kitaplarından çok daha kapsamlıydı. İçinde kronolojik olarak düzenlenmiş toplam 585 halk efsanesini içeriyordu. Bugün herkes tarafından bilinen ve dinlenen bu masallar, Alman dilinin bütün inceliklerini bünyesinde barındırmaktadır. Çünkü Grimm Kardeşler, derleme esnasında Almancayı ayrıntılı bir şekilde incelemişler ve dilin bugünkü hâlini almasına büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu masallar pek çok kez tiyatro, sinema ve televizyon yapımlarına uyarlanmış, yüzün üstünde dile çevrilirken dünyanın en çok satan eserleri arasında yer almıştır.
Grimm Kardeşler’in birlikte kaleme aldıkları eserler yalnızca masal ve halk efsaneleri ile sınırlı değildir. Deutsches Wörterbuch adını taşıyan 33 ciltlik Alman sözlüğü, günümüzde dahi Alman dili ve edebiyatının en önemli kaynaklarından biridir.
Kurbağa Prens
Evvel zaman içinde, birbirinden güzel kızları olan bir kral varmış. Kralın en küçük kızı öylesine güzelmiş ki güneş bile prensesin yüzünde her parlayışında onun eşsiz güzelliğinden büyülenirmiş. Kraliyet şatosunun yakınında büyük, karanlık bir orman; ormanın içinde, yaşlı bir ıhlamur ağacının altında da derin bir kuyu varmış.
Sıcak havalarda küçük prenses serinlemek için ormana gider, ormandaki serin kuyunun kenarına oturur, altın topunu havaya atıp tekrar tutmaya çalışırmış. Bu, prensesin en sevdiği eğlencesiymiş.
Yine günlerden bir gün prenses altın topuyla oynarken havaya attığı top, prensesin küçük ellerine düşeceğine; önce kenarına çarparak kuyunun içine yuvarlanıvermiş. Prenses, topunun kuyunun içinde kayboluşunu izlemiş; üstelik kuyu öylesine derinmiş ki dibini görmek mümkün değilmiş. Prenses; topunun kuyuya kaçmasına öylesine üzülmüş, o kadar çok ağlamış ki onu tekrar neşelendirmek neredeyse imkânsızmış.
Prenses ağlarken aniden, beklenmedik bir ses duymuş:
“Sizi üzen nedir sevgili prensesim? Gözyaşlarınız en taş kalpli kimseyi bile yumuşatır.”
Prenses sesin kimden geldiğini görmek için etrafa baktığında çirkin yüzünü kuyudan çıkartmış, ona bakmakta olan küçük bir kurbağadan başka kimsecikleri görememiş.
“Sen miydin o konuşan? Ağlıyorum çünkü altın topum kuyuya kaçtı.” diye cevap vermiş.
Kurbağa ona:
“Boş ver, ağlama; sana topunu geri getirebilirim. Peki, sen bana karşılığında ne vereceksin?” demiş.
Prenses de: “Ne istersen veririm. Bütün güzel kıyafetlerimi, incilerimi, mücevherlerimi hatta başımdaki altın tacı bile veririm. Yeter ki sen topumu bana geri getir.” diye cevap vermiş.
Bunun üzerine kurbağa:
“Senin kıyafetlerin, incilerin, mücevherlerin ve altın tacın benim işime yaramaz. Ama eğer beni seversen, benimle oyun oynarsan; masanda senin yanında oturmama, senin altın tabağından yemek yememe, senin bardağından su içip senin yatağında uyumama müsaade eder ve bütün bunları yapacağına dair söz verirsen, kuyuya dalıp senin altın topunu geri getirebilirim.” demiş.
Prenses: “Neler saçmalıyor bu kurbağa böyle? Sanki suda yüzüp diğer kurbağalarla vıraklayarak oynamaktan başka bir şey yapabilecekmiş gibi!” diye düşünerek kurbağaya dönüp: “Evet, evet; ne istersen yapacağıma söz veririm. Sen yeter ki topumu bana geri getir.” diye cevap vermiş.
Kurbağa, prensesin cevabını duyar duymaz kuyuya dalıp gözden kaybolmuş ve çok geçmeden ağzında prensesin altın topuyla çıkagelmiş. Topu çimlerin üzerine fırlatmış.
Prenses, oyuncağına tekrar kavuştuğuna öylesine sevinmiş ki topunu aldığı gibi koşa koşa saraya gitmiş.
Kurbağa: “Dur, dur bekle, beni de götür; ben senin kadar hızlı koşamam!” diye prensesin arkasından seslendiyse de hiç faydası olmamış.
Prenses, kurbağanın seslenmelerine hiç kulak asmadan hızla evine gidip çaresizce kuyusuna geri dönen zavallı kurbağayı ve onunla konuştuklarını da hemencecik unutuvermiş.
Ertesi gün genç prenses, kral ve diğer prenseslerle beraber yemeğe oturup altın tabağından yemek yerken sarayın mermer merdivenlerinden pıtır pıtır çıkmakta olan birinin sesi duyulmuş, derken sarayın kapısını çalınmış ve garip bir ses: “Kralımızın küçük prensesi, kapıyı aç da gireyim.” diye seslenmiş.
Küçük prenses, kimin geldiğine bakmak için kapıya koşmuş ve kapıyı açar açmaz da karşısında kurbağayı görmüş ancak onu içeri almak yerine, hızla kapıyı kapatıp endişeli bir hâlde yerine geri oturmuş.
Genç prensesin heyecanını fark eden kral: “Güzel kızım, seni korkutan nedir? Yoksa kapıda seni almaya gelmiş, korkunç bir dev mi var?” diye sormuş.
“Hayır, hayır; dev değil, sadece çirkin bir kurbağa.” diye cevap vermiş prenses.
Kral: “O hâlde ne istiyor bu kurbağa senden?” diye sorunca prenses: “Ah sevgili babacığım, dün ormandaki kuyunun kenarında oturup altın topumla oynarken topumu kuyuya düşürdüm. Ben topumun arkasından ağlarken bu kurbağa geldi ve onunla arkadaş olmam şartıyla bana topumu geri getirdi. Onun sudan çıkıp da peşimden buralara kadar gelebileceğini hiç düşünemedim. Ama nasıl olduysa gelmiş ve şimdi de onu içeri almamı istiyor.” diye açıklamış.
Derken kapı ikinci kez çalmış ve kurbağa şöyle seslenmiş:
Sevgili prensesim, çık kapıya!
Aç kapıyı, gerçek aşkına
Serin suların yanında ve orman gölgesinin altında
İkimizin konuştuklarını hatırla!
Bunun üzerine kral: “Eğer birine bir söz verdiysen tutmalısın kızım. O yüzden şimdi git ve kapıyı aç.” demiş.
Prenses gidip kapıyı açmış ve kurbağa içeri zıplamış. Yerine oturuncaya dek prensesin arkasından gelmiş ve oracıkta durup: “Beni eline al ve yanına oturt.” demiş.
Prenses, kurbağanın isteğini yerine getirmekte tereddüt edince kral, prensese kurbağanın dediklerini yapmasını söylemiş. Kurbağa önce sandalyeye sonra da masaya çıkmak istemiş. Bu sefer de: “Altın tabağını biraz yanaştır, bana yer aç ki beraber yemek yiyebilelim.” demiş.
Prenses, kurbağanın dediğini yapmış ama her hâlinden ne kadar isteksiz olduğu da anlaşılıyormuş. Kurbağa iştahla yemeğini yerken prensesin her lokması neredeyse boğazına diziliyormuş.
Sonunda kurbağa: “Yeterince yedim, uykum da geldiğine göre artık beni odana götürebilirsin; ipekli yatağını da hazırla ki yatıp uyuyalım.” demiş.
Genç prenses; kendi güzel, temiz yatağında yatmak isteyen kurbağadan korktuğu için ağlamaya başlamış.
Kral bu duruma kızarak: “Mademki topunu geri almak için bir söz verdin, şimdi sözünü tutmalısın.” diye tekrar uyarmış kızını.
Prenses, kurbağayı tutup kaldırarak odasına çıkarmış ve bir köşeye bırakıvermiş. Prenses uyumak için yatağına uzandığında kurbağa usulca yatağa yaklaşarak: “Benim de en az senin kadar uykum var. Beni alıp yatağa koy da uyuyalım yoksa babana söylerim.” demiş.
O