1
FERGANA
Fergana eyaletinin merkezi olan bu yer, büyükşehirlerdendi. Ceyhun Nehri’nin kenarında, Türkistan sınırının üzerinde bulunuyordu. İranlılarca Ahşakest namıyla bilinirdi. Ceyhun Nehri’ne Araplar Nehr-üş Şaş, Frenkler Yakzerrat, Türkler Amuderya derler.
Araplar; İslamiyet’in ortaya çıkmasından sonra fetihlere giriştikleri zaman Suriye, Irak, İran topraklarını beş-on sene içinde ele geçirdilerse de Fergana’ya ancak Hicret’in birinci asrının sonlarına doğru varabilmişlerdi.
Fergana, Türkistan fatihi Kuteybe bin Müslim tarafından Hicret’in 94. senesinde fethedilmişti fakat Araplar, oraya ancak o tarihten birçok sene sonra yerleşebilmişlerdi.
Fergana; nehre üç saatlik mesafede, düz arazide ve nehrin kenarında kurulmuştu. İşlek çarşıları, yüksek bina ve şatoları, süvarileri ve kapıcıları; etrafında bulunan varoşlar ve bahçeler ile güzel ve mamur şehirlerdendi. Kuzeyinde, bir mil mesafede sarp bir dağ vardı. Şehrin ortasında, o asrın mimari tarzıyla meydana getirilmiş İranlıların Kahendez dedikleri büyük bir kale yükseliyordu ki tehlike zamanında şehrin güvenliğini sağlayanlar oraya sığınırlardı. Kale, büyük taşlardan gayet sağlam bir şekilde yapılmıştı. Şehrin evleri ve diğer binaları kerpiçten inşa edilmişti. Şehri kuşatan iç surların dört kapısı vardı. Varoşlar bu surun dışında bulunuyorlardı. Varoşlardan sonra ikinci bir sur daha yükseliyordu. Akarsular, çeşmeler gerek şehirde gerek varoşlarda pek bol bir hâldeydi. Dış surdan sonra bütün şehrin etrafı bir saatlik yol boyu, nehre varıncaya kadar sık ağaçlı bahçeler, bostanlar ve manzaralar ile süslenmişti.
Özetle Fergana, Türkistan’ın ya da Maveraünnehir topraklarının kalkınmış, en refah içinde olan şehriydi.
İslam fetihleri zamanında Fergana halkı, Tacik diye adlandırılan; asıl halkla oraya gelmiş olan Hint, Çinli ve Türklerin karışımından ortaya çıkmış bir halktan oluşuyordu. En yüksek tabakayı İranlılar teşkil ediyordu. Gerçekten o dönemlerde İranlılar, Şark’ın en ileri ve uygar kavmiydi.
Başkanlık, siyaset, edebî ve dinî tesir onlarındı. Nereye gitseler, oraya medeniyetlerini de naklederlerdi. Dinleri Mecusilik’ti. Dilleri Pehlevi1 diliydi. Bugün yeni Farisi dili nasılsa o zamanlarda Pehlevi dili o taraflarda, yüksek tabakanın lisanıydı. Fergana’nın asli halkının lisanıysa Türkçe idi; Çağatay lehçesi idi. Fergana saltanatı icra eden yöneticiye “ihşid” namı veriliyordu. Pek çok ihşid vardı. Bunlar Fergana eyaletinde saltanatı sürdürüyorlardı fakat burası, İslam devletlerinin kontrolüne geçince Horasan Beyliği’ne katıldı. O hükümdarlara da gerek kalmamıştı. Müslümanlar bunların dinlerine, âdetlerine ilişmemişler; kendi hâllerine bırakmışlardı. Beylerin bir kısmı Irak’ta, İslam memleketinin en mühim ve en mamur yerlerine göç ederek oralarda Halife’nin saraylarına girmiş, Halife’ye güzel hizmetlerde bulunmuşlardı. Müslüman olmuşlar; devlet memuriyetlerine geçmişlerdi. Bunların en meşhuru Mısır Valisi İhşid Tuğç bin Cuf’tu. Beylerin diğer bir kısmı kendi memleketlerinde kalarak İslamiyet’in gölgesi altında huzur ve rahat içinde yaşamışlardı.
2
NEVRUZ BAYRAMI
Hicri 221 senesinin Nevruz’a tesadüf eden günü, Fergana halkının en büyük bayramıdır. Ahali birkaç gün önce, bu günü kutlamak için gereken hazırlıklara başlardı. O gün de şehrin her tarafı donatılıyor, haneler üzerine renk renk bayraklar dikiliyor; çiçekler, gün gün yeşiller ile süsleniyordu. Halk, bayram alışverişini yapmak için çarşı ve pazarlara dökülmüştü. Bazıları küçük çocuklarına yeni elbise almak istiyor, bazıları hediye için sepetler, siniler içinde tatlılar, şekerlemeler alıp götürüyor; bazıları da altı gün sürecek bayram günlerine yetecek kadar yiyecek ve içecek tedarikiyle meşgul oluyorlardı. Evlerde kadınlar, cariyeler; ateş yakmak, bayrama özgü yemekleri ve tatlıları hazırlamak, hamamları yakıp yıkanmak, bayram ekmeklerini yoğurup pişirmekle vakit geçiriyorlardı. Bayram sabahı bu ekmekleri törenle aralarında paylaşarak yeni ekmeği, yeni sene mahsulünün bereketli ve bol olacağına bir delil ve hayır kabul ederlerdi. O gün uğurlu sayılır, yeni paralar tedavüle girer, gümüş vesaireden tepsilerde yeni hububattan yeni hediyeler alınıp verilmesi âdet olduğu gibi yumurta ya da meyveleri birbirine atıp eğlenmek de alışkanlıktı. O günün sabahı bütün çarşı ve pazarlar erkenden açılır, kadın ve çocuklardan oluşan kalabalık bir halk; coşkuyla büyük bir faaliyet içinde bulunurdu. Kimisi sepet kimisi bohça taşıyıp götürür kimi merkebini önüne katıp sürerdi. Genellikle evlere yahut ateş tapınağına doğru yürüyorlardı. Herkes kendi çoluk çocuğuna ya da Mecusilerin kâhinleri olan Mubezlere hediyeler götürmek için koşuyordu.
Şehrin ortasında yükselen Kuhandiz Kalesi’nin üzerine çıkılıp etrafa bakılacak olursa şehrin kâğıt üzerine resmedilmiş bir haritaya ya da boyalı bir resme benzediği görülürdü. Kalenin etrafını kuşatan ve kerpiçten inşa edilmiş olan evlerin çoğu bir kattan oluşmuştu. Bunların içinde taştan yapılmış üç büyük bina vardı. Birincisi şehrin tam ortasında yapılmış olan kaleydi. İkincisi Mecusilerin ibadethanesi olan ateşgedeydi. O zamanlar Mecusilik, oralarda diğer mezheplere üstünlük kuruyordu. Fergana’da bir ateşgede vardı ki ona Karşan Şah diyorlardı. Bu mabedi yüksekliğinden dolayı diğer binalardan ayırmak pek kolaydı. Bulutları başıyla dürtecek gibi duran bu bina âdeta bir kış bahçesindeki hurma ağacına benziyordu. Ateşgedenin damının etrafına, her biri on-on beş arşın boyunda ipekten bayraklar asılmıştı. Aşağıya doğru sarkan rüzgârın esmesiyle gökyüzünde sıra dalgalar şeklinde dalgalanan bu uzun bayraklar, yeşil renkteydi. Üçüncü binaysa ileride bahsedilecek bir Marzban’ın konağıydı. Konak her tarafından güzel bir bahçeyle kuşatılmıştı.
İşte şehir halkı bayram düzenini hazırlamakla meşgulken bir alay takımı muhteşem bir düzenle birdenbire ortaya çıkmış, yolu kaplamıştı. Halk, bir süre bayramı unutmuş gibi alayın ihtişam ve debdebesini izlemeye koyulmuştu. Alay, arabadan fazla süslü bir koça benzeyen büyük bir gerduneden2 oluşuyordu. Gerdunenin üzerinde altın yaldızlı gümüşten bir kubbe yükseliyordu. Kubbe, boyalı sütunlar üzerine oturtulmuştu. Gerdunenin pencerelerindeki perdeler mavi atlastandı. Gerduneyi üzerlerine işlemeli ipekten örtüler atılmış iki at çekiyordu. Arabacı, atlardan birinin üzerine binmişti. Gerdune etrafında birkaç hadım ağası yürüyordu. Pencerelerin perdeleri indirilmişti.
O hâldeyken içinde kimin bulunduğunu fark etmek mümkün değildi fakat bütün Fergana’da bir tek adam ya da bir tek kadın yoktu ki gerdunenin sahibini bilmesin. Çünkü orada, bundan başka saltanat arabası yoktu. Onlar biliyordu ki bu gerdune, Marzban’ındı. Kendisine Kafkasyalı eşinin akrabasından hediye olarak gelmişti. Marzban aslen İranlıydı. Eşi Kafkasyalı, Çerkez bir kadındı. O, memleket ahalisi gezmeye çıkınca ya da bir yerden bir yere seyahat edince bu arabaları hatunların emrine tahsis ederdi. Araba bir hanımın yiyecek ve içeceğine varıncaya