POLLYANNA (pollyanna): Öksüz bir kızcağız
Bayan POLLY HARRINGTON (poli haringtın): Pollyanna’nın teyzesi
JENNIE (ceni): Pollyanna’nın ölmüş annesi
NANCY (nensi): Polly Teyze’nin hizmetçisi
Bayan SKOW (sno): Yoksul bir komşu kadın
MILLY (mili): Bayan Snow’nun kızı
JOHN PENDLETON (con pendltın): Orta yaşlı bir adam; eskiden Jennie’yi sevmiştir.
SALLY MINER (sali mayner): Otelde garson kız
JIMMY BEAN (cimi bin): Kimsesiz bir çocuk
Dr. CHILTON (çiltın): Kasabanın hekimi
Dr. MEAD (mîd): Ünlü bir hekim
Bayan HUNT (hant): Hasta bakıcı kadın
Olay, XX. yüzyılın başlarında Amerika’da geçer.
POLLYANNA GELİYOR!
O haziran sabahı Bayan Polly Harrington telaşla mutfaktan içeri girdi. Oysa, böyle davranmak hiç de âdeti değildi. O hep aceleci olmamakla övünür, davranışlarının yavaşlığından dolayı kıvanç duyardı. Öyleyken, o gün nedense pek hareketliydi, pek de telaşlı görünüyordu.
Nancy, yıkadığı tabakları çalkalarken, şaşırarak başını kaldırdı. Buraya geleli daha ancak iki ay olmuştu ama bu süre, hanımının telaşı hiç sevmediğini öğrenmesine yetmişti.
“Nancy!”
Hizmetçi kız, elindeki sürahiyi kurulamaya devam ederek, neşeyle: “Buyurun, efendim?” dedi. Bayan Polly’nin sesi sertleşmişti:
“Nancy, ben bir şey söylerken sen de elindeki işi bırakıp beni dinleyeceksin, anlaşıldı mı?”
Kızcağız utançla kızardı. Önce elindeki sürahiyi, kurulama bezini bir kenara bıraktı. Sonra masanın üzerine yan yatmış duran sürahiyi çarçabuk düzeltip: “Peki, efendim!” dedi. “Baş üstüne, efendim. Bu sabah bulaşık yıkarken elimi çabuk tutmamı emretmiştiniz, ben de onun için siz konuşurken işime devam ettim, efendim.”
Hanımı kaşlarını çatarak: “Yeter!” diye söylendi. “Senden laf ebeliği değil, dikkat istemiştim.”
Nancy, hanımının böyle konuşmasına üzülmüştü; içini çekmemek için kendini zor tuttu. Acaba bu kadına hiçbir zaman kendini beğendiremeyecek miydi? İşte bunu çok merak ediyordu. Daha önce hiçbir yerde çalışmamıştı. Hastalıklı annesi ondan daha küçük üç çocukla birdenbire dul kalınca Nancy de annesiyle kardeşlerine bakabilmek için çalışmak zorunda kalmıştı. Kızcağız on kilometre kadar uzaktaki kasabalarından buraya gelmişti. Onun için Bayan Polly Harrington sadece büyük Harrington köşkünün hanımıydı. Harringtonların da şehrin en eski, en zengin ailelerinden biri olduğunu biliyordu. Yalnız, bütün bunlar genç kızın iki ay önceki düşünceleriydi. Şimdi ise hanımını sert, asık yüzlü, somurtkan bir kadın olarak tanıyordu. Bu kadın, kapı şöyle biraz hızlı vurulunca, yere bir şey düşünce hemen kaşlarını çatıveriyor, başka zamanlarda da gülmeyi hiç aklına getirmiyordu.
“Nancy, sabah işini bitirince, tavan arasında merdiven başındaki küçük odayı güzelce süpür, temizle, portatif karyolayı kur. Önce sandıkları dışarı çıkaracaksın.”
“Peki, efendim. Sandıkları dışarı çıkarıp nereye koyayım?”
Bayan Polly: “Ön tarafa koy!” dedi, biraz düşündükten sonra tekrar konuşmaya başladı: “Yeğenim Polly Anna Whittier buraya gelecek, bundan sonra ona ben bakacağım. Hazırlayacağın odayı ona vereceğim. Yeğenim on bir yaşındadır.”
Nancy, kendi kardeşlerinin eve nasıl neşe getirdiklerini düşünerek, sevinçle söylendi:
“Buraya mı küçük bir kız gelecek, Bayan Harrington? Aman ne iyi!”
“İyi mi dedin?” Bayan Polly sert bir sesle konuşmuştu. “Eh, doğrusu bu kıza bakmak pek benim harcım değil ama elimden geleni yapacağım. Çünkü ben iyi bir insanımdır; üstelik, akrabalık görevlerimi de hiç ihmal etmem.”
Genç kız kızardı.
“Elbette, efendim.” dedi. “Şey… Burada küçük bir kızın bulunması hayatınızı renklendirir, ışık verir diye düşünmüştüm de.”
Hanım soğuk, kuru bir sesle karşılık verdi:
“Teşekkür ederim. Yalnız, şu anda, ışığa, renge ihtiyacım olduğu düşüncesini benimseyemeyeceğim.”
Nancy, eve yerleşecek olan küçük, kimsesiz yabancıyı rahat ettirmek uğruna gerekeni yapmayı düşündüğü için korkuyla sordu:
“Ama, kardeşinizin çocuğunu yanınıza almayı istiyorsunuz değil mi?”
Bayan Polly kurumlu kurumlu çenesini havaya kaldırarak: “Doğrusunu istersen, Nancy” dedi, “Kız kardeşim evlenmek densizliğinde bulundu, zaten bir yığın çocukla dolu olan bu dünyaya hiçbir işe yaramayacak çocuklar getirdi; onun çocuğuna neden benim bakmam gerektiğini bir türlü anlayamıyorum. Ama, demin de söyledim ya, ben ödevimi bilen bir kadınım. Her neyse… Sen dikkat et Nancy, köşede bucakta bir şey kalmasın.”
Bayan Polly sözlerini bitirir bitirmez her zamanki sert tavrıyla mutfaktan dışarı çıktı.
Nancy, yarısı ıslak kalmış sürahiyi yeniden eline alırken: “Peki, efendim, baş üstüne efendim.” dedi.
Bayan Polly odasına gitti, iki gün önce gelen mektubu bir kere daha okudu. Bu mektup onun için hiç beklenmedik, can sıkıcı bir şey olmuştu. Uzak Doğudaki bir şehrin damgasını taşıyan mektup şöyleydi:
Efendim,
Sayın Papaz John Whittier’in iki hafta önce öldüğünü üzülerek size bildirmek zorundayım. John Whittier’in on bir yaşında bir kızı vardı. Babası ölünce kimsesiz kaldı. Bildiğiniz gibi kendisi buradaki küçük misyoner kilisesinin papazı olduğundan birkaç kitabından başka da bir şeyciği yoktu.
Yanılmıyorsam, John Whittier sizin ölen kız kardeşinizin kocasıydı. Dostum bana aileniz arasındaki anlaşmazlıktan da söz etmişti sanıyorum. Bu arada kendisi ölürse, kardeşinizin hatırı için çocuğu yanınıza alıp büyütmek isteyeceğinizi de söylemişti. İşte bu sözlerden cesaret alarak size bu mektubu yazıyorum.
Mektubum elinize geçer geçmez bana bir karşılık göndermenizi rica edeceğim. Çünkü burada bir karı-koca var, yakında Batı’ya gidecekler. Çocuğu yanınıza almak isterseniz, onlar Boston’a kadar götürüp oradan da Bellingsville trenine yerleştirecekler. Bu teklifi kabul ederseniz, Pollyanna’nın yola çıkacağı, oraya varacağı günü, saati de ayrıca bildireceğim. Saygılarımla,
Bayan Polly, kaşlarını çatarak, kâğıdı katladı sonra hırsla zarfa soktu. Bu mektuba karşılığını bir gün önce göndermiş, çocuğu elbette yanına almak isteyeceğini bildirmişti. Şimdi de elinde zarfla koltuğunda otururken geçmiş günlerin anıları gözlerinin önünde canlandı.
Kız kardeşi Jennie’nin, yirmi yaşındayken, ailesinin ısrarlarına aldırmadan papazla evlenmek konusundaki direnmelerini hatırladı. O zamanlar Jennie ile evlenmek isteyen bir başkası daha vardı. Son derece zengin, aklı başında bir adamdı bu… Jennie’nin evlenmek istediği papaz ise çok genç, tecrübesizdi. Ailesinin beğendiği damat adayının olgun, bol para sahibi olmasına karşılık genç papazda ülkülerle dolu bir beyinden, aşkla dolu bir kalpten başka bir şey yoktu. Ama, Jennie, zengin adamı bırakıp yakışıklı papazla evlenmiş, bir din yayıcının karısı olarak güneye gitmişti.
İşte iki aile arasındaki gerginlik daha o günlerde başlamıştı. Bayan Polly o günlerde daha on beş yaşında bir kızdı ama olayları gayet iyi hatırlıyordu. Ablası evinden ayrıldıktan sonra aile onunla ilgisini kesmişti. Baştan Jennie, her şeye rağmen bıkmadan usanmadan eve sık sık mektup göndermişti. Bir süre sonra da ilk çocuklarının öldüğünü, son doğan çocuğuna iki kız kardeşinin adlarını verdiğini, yazmıştı. Böylece, Jennie’nin kızının adı Pollyanna oluyordu. İşte Jennie’den gelen son mektup bu oldu. Bir iki yıl sonra da doğudaki küçük şehirlerden birinden gelen, papazın imzasını taşıyan, çok acıklı kısa bir mektup Jennie’nin