Patila Ak-bor’un ucuna bir şekilde ulaşsam diye gözleri parlayıverdi. Oğlunun ayakları sendeleyip bayadır yorulmaya başlamıştı. Ona acısa da konuşması ile oyalayıp güçle elinden tutarak geliyordu. Onu kucağında taşıyacak yol daha öndeydi. “Dayan, oğlum” diye içinden yüreği sızladı. “Bu senin gördüğün ilk zorluğundur. Şunu bil ki, hayattan hiçbir zaman merhamet bekleme! O senin çocukluğuna, yalnızlığına, günahsızlığına bakmaz. Onun fırtınasından sen de kurtulamazsın. Hayatta dayanıklı olan kazanır, oğlum. Sen büyüyüp, adam olup bunu anlayana kadar Allah bana güç ve kuvvet versin. Ben yanında olduğum sürece elimden geldiğince bağrıma basacağım (koruyacağım).”
Çocuk annesinin yüreğindeki bu endişeyi hissetmedi, küçücük elini güvenli bir şekilde annesinin avucunun içine koyarak hiçbir şeyi umursamadan yürüyordu.
Yuvarlak tepeyi dolandıktan sonra köy görünmez oldu, el ele tutuşan anne ve çocuğu kapkara gece kapladı. Yol kenarında üst üste yığılan kar yığınından başka hiçbir şey görünmüyordu. Yol sel yatağının kenarından devam ettiği için aşağıdaki suyun sesi kolaylıkla ulaşıyordu ve böylelikle gecenin korkusunu daha da artırıyordu. Nefesini içine alan Patila korkusunu yenmek için oğlunu kucağına aldı.Yorulup uykusu gelen çocuk kürklü gocuğun içine girmesiyle bedeni ısınıp gevşeyiverdi. Çocuğun gece yol yürüme hevesinin dağılmasına çok olmuştu. Şimdi ise annesinin göğsüne başını koyup, tatlı uykuya dalmaktaydı. Annesinin kucağında rahatlayıp hemen burnundan soluyarak uykuya daldı. Patila oğlunu kucağına aldığında bir ağırlık hissetmedi. Tam tersine onun mis kokusunu çekerek gönlü rahatlayıp cesaretlendi. Oğlunu kucağına almayı önceden de severdi. Oğlu büyümesine rağmen bazen böyle kucağında taşırdı. Kendi kanından canından olan bu küçücük canı kucağına aldığında kuvvetlenirdi. Onun böyle yaptığını gören kocası da gülerdi.
Oğluna içi ısınıp oyalanan gelin eski mezarlıktan geçtiğini de fark etmedi. Şimdi yokuş başlıyordu. Yolun yükselmesi ile önden yüze vuran yoğunlaştı. Patila’ya doğru güçle vuran rüzgâr onu göğsünden iterek geriye uçuracak gibi oluyordu. Rüzgâra karşı yürümekten ayakları da yorulmaya başladı. Patila Ak-Bor’a sağlıkla ulaşmak için var gücünü harcadı. Bu arada korkusu da aklından çıkıp gitti. Yürümekten yorulup uyuşan ayakları ara ara adımlarını şaşırmaya başladı. Oğlunu taşımaktan kolları da uyuştu. Karıncalanıp sızlayan kollarını birazcık oynatmak istese de kımıldatmadı. Oğlunun uykusuna kıyamadı. Sıcacık koynunda terleyerek uyuyan çocuğunun yolun zorluğunu görmesini istemedi. Üstelik oğlu uyanırsa onunla konuşmaya da zaten dermanı yetmezdi. Bilekleriyle birbirine sardığı kolu her seferinde birbirinden ayrılıp gidecekmiş gibi olup canını acıtıyordu. Ama dayanarak devam etti. Ellerini açmamaya nasıl dayandığına de kendisi de şaşırdı.
Bu çektiği zorluğu annesinin sonbaharda bu yoldan yayan araba sürüp geldiğini tekrardan hatırlattı. O zaman annesine acıyıp ağlamıştı. Ancak annesinin odunu getirirken çektiği azabı şimdi gerçekten daha iyi anlıyordu. Annesi de Ak-Bor’un diğer tarafından çok ağır yükü canını dişine takarak itip çıkmıştır. Hasta bir yaşlı kadını böyle bir zorluğa ne mecbur etmişti? Aniden yağan kara hazırlıksız, soğuk evde donarak oturan kızı ile torunu gözünün önünden gitmeden gayret verip ilerlemesini sağlamıştır? Terliklerinin içine girip, el arabasının tekerini tıkayan kara beddua ederek ağlamıştır. “O zaman annemi görenler ol-muş mudur?” diye düşündü Patila. Gündüz bu yoldan geçen arabalar kesilmez. El arabasının arkasında sürüklenen yaşlı kadına içi acıyan kimse olmadı mı? Yoksa “Deli mi?” deyip dalga mı geçtiler? Yorulmasına rağmen arabayı bırakmadan sendeleyen annesi gözünün önüne geldi. Hâlsizleşen bedeni, sızlayan kasları kendininki değil de annesininki gibi, düşündükçe acı çekiyordu. Boğularak ağzına tuz tadı geliyordu. Biraz oturup dinlenmek istedi. Ama oturduktan sonra tekrar kalkamam diye korktuğundan var gücünü toplayıp öne doğru ilerlemeye devam etti.
Aysız karanlık gece daha da koyulaştı. Karanlığa boğulan gelin hiç olmazsa bir yıldız görürüm diye ümit içerisinde ara sıra gökyüzüne bakıyordu. Koyu bulutun tamamını kapladığı gökyüzü açılmadı. Bulutlarla kararan gökyüzü Patila’nın yüreğindeki telaşı artırdı. Yoğun kar örtünen dağları, uçurumları, selden sonra oyuk oluşan uzun vadilerı izleyerek yürüyordu (geçiyordu). Savay köyüne gelin geldiğinden beri bu yoldan araba ile çok geçse de gecesi gözüne yabancı göründü. Uca daha ne kadar kalmıştı?
Nefesi daralıp sendeleyen gelin sürekli bir vadiden çıkıp döndüğünde Ak-Bor’a geldim mi diye seviniyordu. Bu ümidi boşa çıktığında daha da hâlsiz düşüyordu. Ara ara oğlunun nefesini dinleyip yüzünü kokluyordu. Taşımakta zorlansa da oğlu bu gece tenha yolda ona dayanak olmadı mı? Çok genç yaşlarında zamanında ölümü, üzüntüyü, yalnızlığı başından geçiren Patila oğluna oldukça dayanıyordu. Bu çocuğunun kendisinden başka sığınağı yok. Kimsesiz evde tek başına kalan annesinin de desteği kendisi. Bunu düşününce gözleri yaşa doldu. Ancak göz yaşlarını güçlükle tutarak ağlamamaya çalıştı. Azcık içi boşalsa da endişeli gözyaşı göğsünü sel gibi kaplayıp gidecek gibi. Ağlamaya başlasam yürüyemem diye yol boyu zorla dişlerini sıkıp geliyordu.
Ağzı kuruyup başı dönen Patila’nın bir ara yüzüne çarpan karla karışık ayaz rüzgârdan gözleri açıldı. Bu değişik bir rüzgardı. Açık kapıdan ileriye doğru atılıp girmiş gibi karı dağıtıp saldırıyormuş gibi gelinin eteğini başını güçlü bir şekilde uçurmaya başladı. Oğlunun yüzünü kapatarak durup kalan Patila’nın gözlerine ev gibi büyük bir taş çarptı. Gözlerine inanmadan gözlerini açıp kapayıp tekrar baktı. “Ak Taş” – dedi ondan sonra sevinçle fısıldayarak. Ak Bor’un ucunda yer alan beyaz taşı tam olarak tanıdı. Sevincinden yorulduğunu da unutan gelin göğsünü doldurup nefes aldı. Sonunda Ak Bor’a ulaşmıştı! O zaman neden şehir görünmüyor diye tekrar endişelenmeye başladı. Acele ile üç dört adım attıktan sonra ilerideki düzlükten deniz gibi dalgalanan şehrin ışıkları parlayarak ortaya çıkıverdi. Patila’ya gece aydınlanmış gibi oldu. Sendeleyerek yürüyüp ak taşın kenarına oturdu. İki gözünü şehirden ayıramadan dikilip sayısız ışıkların içinden annesinin evinin ışığını aradı. Annesinin evinin ışığını da mutlaka açıkmış gibi hissetti. Hayatın o yayılan ışıklarının arasından annesinin yaşam yıldızının tamamen sönmesine yüreğinin inanası yok. “Sabret, anne, ben sana geliyorum!” diye çığlık attı içinden.
Patila Ak Bor’un ucunda rüzgâra serinleyip, teri kuruyuncaya kadar biraz oturdu. Bundan sonraki yolu yürümek için az da olsa güç toplaması lazım. Oş’a kadar daha çok var. Ama şimdi korkmuyor. En zoru geride kaldı. O kadar yolu yürüyerek geldiğine inanmayarak arkasına baktı. Muazzam ve iğrenç gece Patila’yı elden çıkardığına pişmanmış gibi sessiz. Birdenbire bir çift beyaz ışık gecenin ta içinden parlayıp ortaya çıktı. “Gözüme görünüyor mu?” diye bir an şaşırakaldı gelin. Gözünü dikip baktığında bir arabanın ışığını gördü. Parlayan bir çift ışık birini arıyormuş gibi vadiler ile ovaları delerek, yavaş geliyordu. Patila komşusunu hatırladı. Onun yayan gittiğini öğrenmiştir ve gönlü elvermeyip arkasından geldi demek ki? Araba henüz ona ulaşmadan zar zor dayanmakta olan gözyaşlarını tutamadı. Kendini tutamadan gözyaşlarına boğulup, hıçkırarak ağlamaya başladı. Bir çift beyaz ışık ise karanlık geceyi delip alev alev yanarak yavaş yavaş ona yaklaşmaya başladı.
KEHANET
Kadını dışarıdan kışın kuru soğuğunda titreten