İparhan
Koca Çınar
Orhun, Selenga, Tulga nehirleri vadisinde, Ötüken, Altındağ, Hangay ve Tanrı dağları eteklerinde Dokuz Uygur ve Dokuz Oguz boyları birleştirip bagımsız Uygur hanlığının tuğunu dikerek, Uygur-Türk yazıtlarını taşlara nakışlayarak bizlere miras bırakan meşhur Kağanlar, Tümet, Gör-bala, Karakağan, Gültekin, İdikut, Pantekin, Bavurçuk ile Arttekin idi. Bu kağanlar Büyük Türk Birliğini kurarak tarihimizin sayfalarına silinmeyecek izler bıraktılar. Bunlarla beraber Kaş-karlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip, sadece Türk dünyasına değil, tüm insanlığın kültür dünyasına eşi benzeri olmayan eser bırakan isimlerdi. Bu sene 100.doğum yılı münasebetiyle Türk Dünyası’nda ve Kazakistan’da saygı ve sevgiyle anılan Halk yazarı Ziya Samedi de yüksek değerlerin devamı gibidir.
Unutulmaz büyük şahsiyet, bir kalp insanı, usta yazar Ziya Samedi ne kadar Kazak halkı için önemliyse, o kadar da Uygur halkının sanat dünyasında silinmez izler bıraktı. O sadece milli edebiyatımızın çerçevesinde kalmadı, bütün insanlığa mal oldu. Onun yazdıkları herkese hitap eden çok yönlü zengin bir yapıya sahiptirler.
Ben Uygur edebiyatında zirvede olan isimlerle çok sıkı bağlar kurdum. En baştaki usta yazarlar Camal, Hezmat, Mahmut, Kurvan, Helil, İlya, Hezim, Masimcan ağabeylerimdi. Bu söz sanatının üstadlarıya birlikte meşhur sanatçı Kudüs, Galımdar Kocaahmet, Tuglukcan gibi isimlerle de çok sıkı münasebetlerim oldu. Bunların hepsi benim yazarlık hayatımın esasını oluşturan, yazarlık emeklerime ve yoluma etki ederek beni yetiştiren özel kişilerdi. Hasretlerini yüreğimin derinliklerinde hissettiğim ve kıvançla hatırladığım anların başkahramanlarıydı onlar. Yaşım ilerledikçe ve onların arkasında yalnız kalmak suretiyle ağabeylik sorumluluğunu omuzlarımda hissettikçe bu mesuliyetin ne kadar ağır olduğunu fark ettim. Her biri aydın ve sanatkâr olan bu ağabeylerim halkın huzuru için çabaladılar, aydın bir gelecek için dert çektiler, iffetlerine leke getirmeden milli ruhun dalgalanan bayrağı zirveden düşürmediler ve bu yolda alev alev yandıklarına şahit olduk. Onları yakan o ateş şimdi bizleri de yakmaktadır. Yüreğimiz yaralı, gönlümüz telaş ve endişeyle dolu. Bunların herhangi birisini ebedi hayata yolcu ettiğimizde bir yıldız sönüyordu, yurdundan vatanından ayrılmış gibi gönlümüz kararıyordu. Çünkü onlar ruhumuzu aydınlatan birer nurdu, birer ışıktı.
Adı sevgiyle anılan büyük yazarımız Ziya Samedi’nin eserlerinde Uygur halkının şahit olduğu, fakat hiç bir milletin başına gelmeyen azap ve zulümler resmedilir. İki asırdan beri vatanından ve devletinden ayrılan bir halkın esaret ve sömürünün unutulmaz anları anlatılır. Yabancı millet ve devletlere yalvaran gözlerle baktığı acılı günlerin, yılların feryadı duyulur. Bundan dolayı onun yazdıkları, milli tarihimizin bizleri keder ve üzüntüye boğan devirlerine ait antolojidir. O milletimizin sıkıntıya dayanaklığını, çalışkanlığını, çektiği çilelerini, ayaklar altına alınamayan namusunu, bitmez tükenmez gayretini, yarına ümitle bakan imanını kaleme alır. Bundan dolayı Ziya Samedi eserleri milletimiz için gurur ve şereftir.
Uygur edebiyatının klasik yazarı Ziya Samedi 1914 yılının 14 Nisanında Kazakistan’ın Panfilov ilçesi Konakay köyünde Bagban ailesinin bir ferdi olarak dünyaya gözünü açar. İlkokula Carkent ilçesinde başlar daha sonra Rus lisesinde orta öğrenimini tamamlar. 1929 Sofu Zervat adındaki Pedagoji Yüksek Okuluna gider.1930 yılında Kazakistan’daki açlık ve kıtlıkla beraber meydana gelen tutuklama, sürgüne gönderme ve katliam döneminde yazarımızın ailesi ve birçok insan memleketlerini bırakarak Doğu Türkistan’ın Kulca iline göçer. Böylelikle 17 yaşındaki Ziya’nın hayatında yeni bir dönem başlar. Bu yıllarda Doğu Türkistan bölgesinde baş gösteren yenilenme ve hak hukuk adına yapılan toplumsal ve siyasi hareketlere tereddütsüz katılır ve ilerici bir aydın olarak halk önderleri arasında görünmeye başlar.1937’de başlayan “Halk Düşmanlarını” yok etme hareketi Çin ülkesinde de kanlı bir şekilde kendini göstermeye başlar. O dönemde aydınları ve toplum önderlerini tutuklarlar. Bir kısmını idam ederler, bazılarını sürgüne gönderirler. Ziya Samedi de 1937-1944 yılları arasında hapiste kaldı.
O yenilikçi fikirleriyle, mücadeleci karakteriyle kabiliyet ve gücünü, merhamet ve sevgi duygularını gösterdi. 1932 yılında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması ile 1944’de kurulan Doğu Türkistan Devleti’nin de trajik bir şekilde son bulması onu ümitsizliğe düşürmedi. Milletini seven, vatanına hizmet etmeyi boynunun borcu olarak kabul eden yazar 1949 yılından sonra tüm birikimiyle milletinin medeniyetini yükseltme adına hizmet etti. 1950-1958 yılları arasında Sincan Kültür işleri idaresinin başkanı oldu, Uygur Özerk idaresi resmen kurulunca Milli eğitim bakan yardımcısı görevini yaptı. Daha sonra bakan olarak Halk Hükümeti’nin daimi üyeliğine atandı. Çin Kuzey-Batı (Sincan, Şanşiy, Nikşa, Kansu, Çinhay) Bölgesinde Edebiyat ve sanatkârlar birliğinin başkan yardımcısı ve Uygur Özerk Devleti’nin Dış işleri idaresinin başkan yardımcısı oldu. Bütün bu hizmetlerine rağmen edebiyattan ilişkisini kesmedi. “Zulmün Zevali”, “Kanlı Leke” piyesler ile “İli Boyunda” isimli sinema senaryosunu yazdı.
O çok zor şartlarda cesur adımlar attı, fikirlerini cesurca ifade edebildi. Böylelikle hayatı boyunca kendisini kaygı ve üzüntülere sevk eden milletinin kaderiyle ilgili konularda düşüncelerini rahat aktardı. Herbir eserinde vatanına ve milletine olan samimi hislerini açık duyurdu. 1957 yılına kadar yazmış olduğu eserleri Kazakistan’ın klasik yazarı Gabit Müsirepov’un ilgisini çekti. Gabit Müsirepov şöyle demişti: “ Ziya Samedi Uygur Edebiyatı’nın usta bir yazarı olarak kalmadı, o insanlık kültürü için mücadele veren bir aydındır”.
Gabit Müsirepov Çin’e birkaç yazarlarıyla gitmiş ve orada Yazarlar birliğini idare eden Ziya Samedi’yle tanışmıştı. Tam bu sıralarda başlayan Doğu Türkistan’daki iç karışıklıklar, sağcı ve milliyetçilere karşı Çin idaresinin hareketi gittikçe kanlı bir hal almaya başladı. İşte bu siyasi ve toplumsal olaylar yazarımızı da olumsuz yönde etkiledi. Halkı bilinçli bir şekilde asimile etme ve sindirme hareketleri sonucunda milletin içine düşen kaygı verici durumdan son derece üzüntü duyan yazarımız milli mücadelesini yine devam ettirdi.
1961 yılında Kazakistan’a göç eden Ziya Samedi hayatının sonuna kadar edebiyat ve sanat dünyamıza sayısız değerli hizmetler yaparak paha biçilmez eserler bıraktı. Vatana döndükten bir kaç ay sonra Kazakistan Yazarlar Birliği’nin Uygur Edebiyatı bölümüne başkan olarak atandı. Kazakistan’da aktif bir şekilde çalışmaya başlayan yazarımız Uygur Edebiyatını tanıtma amacıyla çalışmalar yaparak çeşitli konularda toplantılar düzenleyerek yeni Uygur yazarları için umut hislerini şahlandırdı.
Hiç unutmam yazarlarla beraber Ziya Samedi’nin “Mayımhan” isimli eserini tahlil etmek için toplandık. Yazarımız eserini hikâye olarak takdim etmişti. Tahlil son derece seviyeli ve tartışmalı geçti. Hepimizin dört gözle beklediği yepyeni bir âlemin kapısının açıldığını hayret ve sevinçle gördük. Tanınmış usta yazar Hizmet Abdullin bir ara sağ elini kalbinin üstüne koyarak ayağa kalktı ve; “Ziya ağa, bizler tam bir roman okuduk, siz çok büyük ve üstat bir yazarsınız. Size çok teşekkür ederiz. Siz bununla da yetinmeyin, yazarlıkta ustalığınızın sınırı olmadığını fark ediyoruz. Bundan sonra okuyucularınız bundan daha da büyük eserler bekler. Bu roman Kazak, Özbek ve Rus dillerine çevrilmesi lazım. Hiç şüpheniz olmasın herkes ilgiyle okuyacaktır. Sizin bu kitabınız Uygur edebiyatının gelmiş olduğu büyük zirveyi göstermekle beraber insanlığın ortak sorunlarını ortaya koyan yüksek ruhlu bir roman” demişti. Bu sözlerden son derece etkilenerek bu romanı el yazmasından okuyan bir yazar olduğumu sevinçle hatırladım. Roman, XIX. yüzyıl başlarında Doğu Türkistan’da başlayan ardı arkası kesilmeyen zulümlere, sömürüye, baskı ve ezgilere karşı isyan eden, köşeye sıkıştırılan halkımızın dinmeyen feryadıdır. Bağımsızlık için verilen mücadele ve kahramanlıklar roman kahramanları olan Mayımhan’ın şahsında dile getiriliyor. 1984 yılında hepimizi sevindiren bir olay yaşandı: Ziya Samedi’ye “Mayımhan” romanı için “Muhtar Auezov Ödülü” verildi. Ben o sıralar Yazarlar Birliğinde Uygur edebiyatı bölüm başkanıydım. Bu olay bizim için gurur vericiydi.
1960-1970 yılları arasında “Eriğin Çiçek Açtığı Günler”, “Bir Tane Sigara”, “Yıllar sırı” isimli roman ve hikâyeleri