Eğitimin Altın Anahtarı
GİRİŞ SÖZÜ
Doğu’ya yaptığı seferlerin birinde, Mısır piramitlerinde gördüğü bir yazı Tarihçi Herodot’u şaşırtmış: “Gençlerin ahlakı gitgide bozuluyor. Ne yapılmalı?”
Tarihçinin bu yazıyı okuması üzerinden iki bin yıldan fazla zaman geçti. Yazının yazılması da kim bilir ne kadar zaman önce olmuştur? Bundan anlaşılıyor ki “gençler” konusu her zaman güncel olmuş ve bu konuya farklı dönemlerde çeşitli yaklaşımlar yapılmıştır.
Nüfusumuzun %64’ünü gençler oluşturuyor. Evlatlarımızın bilimli ve ahlaklı olarak büyümeleri için evde ebeveynlerin, eğitim kurumlarında ise öğretmenlerin ciddi bir şekilde çabalamaları gerekiyor. Oğullarımızı ve kızlarımızı bilim ve marifete aşina etmekten herkes sorumlu olmalıdır.
Büyük aydın ve bilge Mahmud Hoca Behbudi, gençliğe hitabında şunları yazdı: “…Bu ileri çağda bilimsiz, aydınsız, sadece taassup (bir din ve inanışa, bir fikre aşırı derecede bağlı olup onun dışındakileri düşman gibi görme) ile yaşamak mümkün değildir. Modern ilerleme ve gelişme o kadar güçlü ki yakında kuru ve çürümüş taassuplarımızı da köküyle koparıp atacaktır. Dolayısıyla tüm gençlerimiz bu konuda tek bir şeye güvenebilirler. Bu bilim ve aydınlanmadır.” (Oyna dergisi, 1914, sayı 41). Bir başka bilgin şöyle der: “Çocuk terbiyesine kayıtsız kalan bir millet, krize mahkûmdur. Onları yabancı ellere ve yabancı kültüre teslim edenler, kendi kendilerini yok etmeye mahkûmdur. Bugün toplumun kara yüzü olan zalimler, ayyaşlar, sapıklar, uyuşturucu bağımlıları, isyancılar, dün terbiyeleri ihmal edilen çocuklardır.” Bu deyişler günümüzde de günceldir. Halkımız “Bir çocuk için yedi mahalle ebeveyndir (göz, kulak olur).” der. Peki, çocuk yetiştirmenin en iyi yolu nedir? Her şeyden önce, bir çocuğa eğitim ve terbiyeyi zorla öğretmek yanlıştır. Terbiye çok hassas bir konudur. Ona çok dikkatli yaklaşmamız, yeni yöntem ve teknikler kullanmamız gerekiyor. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33). Dinimiz, ahlaki eğitimi insanoğlu mükemmelliğinin (kemalinin) ayrılmaz bir parçası olarak görür.
Ama herkes çocuk yetiştirirken doğru olanı yapıyor mu? Maalesef “Evet.” diyemeyiz.
Işıklarımızın yanması için evimizin kesintisiz elektriğe ihtiyacı var. Ebeveyn çocuk ilişkisi de sürekli bir güçle sağlanmalıdır. Çocuğa şefkat göstermekten, onu sevmekten korkmamalıyız. Sevgi ne kadar çok paylaşılırsa fazlasıyla geri döner.
Yani, imkân da zaman da yeterince var. Onun için etkili bir şekilde kullanılmalıdır. Öyle değil mi sevgili okur?
KENDİNİ ANLAMAK GERÇEK MUTLULUKTUR
Öz farkındalık nedir? İnsan ne zaman kendini tanır, anlar? Çok soru var, cevaplar farklı. Ancak hiçbir cevap Allah Teâlâ’nın kutsal sözündeki ayetler kadar mükemmel değildir , kalbi rahatlatamaz.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
1. “Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu (nimetlere olan davranışını) değiştirmedikçe Allah onların durumunu (kötü tarafa) değiştirmez.” (Ra’d suresi, 11. ayet)
İşte asıl soru burada ortaya çıkıyor. Öyleyse bir insan neyi değiştirmeli? Kıyafetlerini mi, evini mi yoksa adını mı?
Hayır! İnsan fikrini, etrafındaki dünyaya ve içindeki her şeye karşı tutumunu değiştirmelidir.
Hayatta çoğu zaman kişilerin başkalarını değiştirmek için çok uğraştığına ve başkalarının değişmesini istediğine tanık oluruz. Kayınvalide gelinin değişmesini bekler ve gelin ise kayınvalidesinden şikâyetçi olur. Anne oğlunun, kızının değişmesini ister.
Bu da yetmezmiş gibi bu değişikliklerin bir an önce olmasını ister.
Kendinden başka birisini değiştirmeye çalışmak beyhude bir girişimdir; mutsuzluğa atılan ilk adımdır. Bir insanın mutlu olabilmesi için önce kendini, yani fikrini değiştirmesi gerekir. Ancak o zaman başkalarını değiştirebilir, kendini mutlu ederek çevresindekilerin mutluluğuna katkıda bulunabilir. Mutluluğu kendi içimizde aramalıyız. İç mutluluk değiş tokuş gerektirmez. Onu ortaya çıkarmayı istemek yeterlidir.
Bu yüzden “KENDİ”ni değiştirmek çok önemlidir. Bugünlerde biz yanlış üslup, yanlış yollar arıyoruz. Bu hareketler temel kural ile çeliştiği için etkisizdir.
Bir Allah’ın kulu, iyilik elde etmek istiyorsa iyi nitelikleri kendinde birleştirip onu elde etmek için çok çalışmalıdır. Ancak o zaman Allah onun işini rast getirip bereket verecektir.
2. Sadece kendini değiştiren bir insan dünyayı değiştirebilir. Dünya tarihinde silinmez izler bırakırmış, hayatın akışında önemli değişiklikler yapmış insanların hayatlarına bakacak olursak elbette onlar her şeyden önce kendini değiştirmiş insanlardır. Dünyayı değiştirmek için insanın önce kendini tanıması gerekir: “Ben kimim?”, “Bunlar iyi özelliklerim, bunlar ise kötü özelliklerim.”, “Bunlar güçlü yönlerim, bunlar ise zayıf yönlerim.” ve benzeri.
İnsan mükemmel, eksiksiz yaratılmıştır. Başkalarında bulunan iyi erdemler ve güzel sıfatlar aslında her insanda mevcuttur. İyi nitelikleri ve güçlü yönleri parlatır ve cilalarız. Zayıf yönlerimizi, kötü özelliklerimizi iyiye dönüştürmeye çalışıyoruz. Bu istek, zayıflıklarımızı ortaya çıkarmadan, gizli olumlu niteliklerimizin tezahüründe bir motor görevi görür. Tıpkı fakir bir adamın yoksulluğu onu zenginliğe sürüklediği gibi. Bu şekilde insan, iyi nitelikleri kendi içinde biriktirmek ister, kötülerini ise yok etmeye çalışır ve eğer varsa onların karakterinde tezahür olmamasına çaba gösterir.
“Benim elimden hiçbir şey gelmez.” demeye alışkınız. Hayır, asla öyle değil. Çok şey yapabiliriz. İnsan doğasında her şeyi öğrenme, başarmaya gayret gösterme arzusu vardır. Bu yüzden kendinizi inceleyin, eksikliklerinizi gidermek için sağlam bir plan yapın. Sonuç olarak önce kendiniz, sonra çevrenizdekiler değişecek ve sonunda siz dünyayı değiştireceksiniz.
3. “Ey iman edenler! Kendinize bakın!” (Mâide suresi, 105. ayet)
Öz farkındalık yoluyla insanoğlu herkesi tanır ve anlar. Kendini tanıyan insan, nelere kadir olduğunu bilir. Kendinize “Ben kimim?”, “Dünyaya neden geldim?”, “Ne amaç ile yaratıldım?”, “Neden yaşıyorum?”, “Amacım nedir?” diye sorun.
Çoğu problem, insanoğlu kendine bu tür sorular sormadığından dolayı kök salar. Bu sorular cevapsız kalınca insan kendini birilerine “feda ederek”, kendini unutarak, kendinden kaçarak yaşamaya başlar. Kendinden kaçan insan, en korkak, en aptal insandır.
Günümüzde kendinden kaçmanın en yaygın, apaçık tezahürlerinden biri, başkalarının endişeleriyle meşgulmüş gibi davranmaktır. Bugün orada bir yerde merasim, burada birisinin nikâhı, öteki yerde imece… Böyle bir insan, sorunlarını hatırlamamak ve onlar hakkında düşünmemek için güya başkalarının sorunlarıyla “meşgul” gibi dolaşıp durur. Bu tür insanlar kendilerini özverili, başkalarına iyilik yapan birisiyim diye teselli ederler. Ya aslında?
Dostundan kaçsan da kendinden kaçma! Oğlundan kaçsan da kendinden kaçma! Kendinden kaçan insan, ayağı yerden kesilmiş veya kökleri yerden çıkmış bir ağaç gibidir.
Hafif bir rüzgâr bile onları yere serebilir.
4. “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe suresi, 111. ayet)
Bu dünyada bizim “KENDİMİZ”den başka bir şeyimiz yok. Sunabileceğimiz “mal”ımız da aynı zamanda “KENDİMİZDİR”. Cenneti de “KENDİMİZ” karşılığında satın alıyoruz. Çocuklarımız veya tanıdıklarımız vesilesiyle cenneti satın alamayız. Karı veya koca, çocuklar benim “Hayat vagonu”ma daha