Mukay Elebayev
Uzun Yol
SÖZ BAŞI
Kırgızların Maksim Gorki’si olarak bilinen Mukay Elebayev, 1906 yılında Isık Göl’ün Tüp bölgesine bağlı Çon Taş köyünde dünyaya gelir. Çok küçük yaşında annesini ve babasını kaybeden yazar, 1916’daki millî isyandan dolayı akrabalarıyla beraber Çin’e kaçar, 1919’da geri döner. 1921 yılında Karakol’daki çocuk yetiştirme yurduna kabul edilir. Zootekni yüksekokuluna girer, üç yıl okuduktan sonra o zamanki adı Frunze olan Bişkek’teki öğretmen okuluna başlar ve bu okuldan 1930 yılında mezun olur.
Edebiyatta hem mensur hem manzum eserler veren M. Elebayev’in Zarıgam (Üzülürüm) adlı ilk şiiri 1924 yılında Erkin Too gazetesine çıkar, 1931 yılında ise ilk şiir kitabı yayımlanır.
Çağdaş Kırgız edebiyatının oluşumunda büyük rolü olan M. Elebayev, sadece şair ve yazar değil aynı zamanda usta bir çevirmen olarak da ismini duyurur. O, N. Gogol’un Kaput, Ölü Canlar; L. Tolstoy’un Hacı Murat; D. Furmanov’un Kızıl İhraç, İsyan; A. Puşkin’in Hanın Ölen Kızı ile Yedi Kahramanın Masalı adlı eserlerini; bunların yanı sıra M. Gorki, V. Mayakovski, L. Franko’nun, A. Surkov’un bazı eserlerini Kırgızca’ya çevirmiştir. Yazar, 1934 yılında SSCB Yazarlar Birliğine üye olarak kabul edilir. 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı’na katılan M. Elebayev, 1944 yılında savaşta vefat eder.
Kırgız edebiyatında yeni nesrin şekillenmesi ve oluşması çok zor şartlarda gerçekleşmiştir. Modern hikâyenin ilk örneğini K. Bayalinov 1927 yılında Acar uzun hikâyesiyle vermiş olmasına rağmen bu türün gelişimi sonraki yıllarda sekteye uğramıştır.
Kırgız nesrinde roman türündeki eserler otuzlu yılların ortalarından itibaren yazılmaya başlamıştır. Büyük yazar T. Sıdıkbekov “Edebiyat okurunun dikkatini çeken, kitap raflarında yerini alan Uzak Col (Uzun Yol), Ken Suu (Geniş Su) ve Kanıbek (Kanıbek) romanları, 1934 yılının ilk aylarından itibaren yazılmaya başlamıştı. Bunlar, Kırgız Sovyet Edebiyatı tarihindeki ilk romanlardır.” der.
Romanların basım yılları şöyledir: 1936 yılında M. Elebayev Uzak Col (Uzun Yol) romanı; 1939 yılında ise T. Sıdıkbekov’un Ken Suu (Keniş Suu) ve K. Cantöşev’in Kanıbek (Kanıbek) romanları basılmıştır. Dolayısıyla Kırgız edebiyatında ilk roman olarak M. Elebayev’in Uzak Col (Uzun Yol) romanı kabul edilmektedir.
Modern Kırgız edebiyatında nesir türlerinin oluşma yıllarında yazarlar daha çok otobiyografik eserler vermişlerdir. M. Elebayev’in Uzak Col (Uzun Yol) romanı da otobiyografik bir romandır. Yazarın mensur eserleri arasında Uzak Col (Uzak Yol) romanının özel bir yeri vardır. Yazar bu romanını 1934 yılının ocak ayında yazmaya başlamış, 1935 yılının ekim ayında tamamlamış, 1936 yılında ise yayımlanmıştır. Elebayev, bu eserini özellikle “romanın birinci kitabı” olarak vasıflandırmıştır. Bu ise müellifin ikinci kitabı yazmayı da planladığını göstermektedir. Roman ile ilgili ilk değerlendirmeyi yapan yazar K. Malikov “Tarihî roman tarzına benziyor.” demiştir.
M. Elebayev, M. Gorki’nin hayatını anlatan biyografi üçlüsünü okumuş ve esere derinlemesine nüfuz etmiş genç yazardır. Söz konusu eserde kendi hayatına benzer birçok vakalar görür ve Gorki’nin hayatını halkın kaderiyle bütünleştirerek anlattığına şahit olur. Dolayısıyla bütün mesaisini Ekim Devrimi’nden önceki Kırgızların hayatını ve mücadelesini anlamak için harcar. M. Gorki’nin biyografi eserlerindeki anlatımı, Kırgızların hayatında çok iyi bildiği bir dönemi Uzun Yol romanının konusu olarak seçer. Bu tür etkilenmeleri sadece M. Elebayev’de değil birçok yazarda görmek mümkündür.
Roman, tarihî bir olayı yani 1916 yılında yaşanmış milli ayaklanmayı, bir ailenin hayatını olduğu gibi anlatan bir eserdir. Yazar, halkı ezerek ve sömürerek yaşayan Çarlık Rusya’sı ve iş birlikçi yerli zenginlerin portresini net bir şekilde ortaya koymuştur eserinde. Romanın başkahramanı yazarın kendisidir yani Mukay Elebayev’dir. Elebayev, kişilerin isimlerini eserde değiştirmeden vermeyi tercih etmiştir.
Uzak Col, Kırgız edebiyatının ilk romanını Türkiyeli kardeşlerimize tanıtmak amacıyla Türkçeye çevrildi. Ayrıca Türkistan topraklarını işgal eden Çarlık Rusya’nın halka yaptığı zulmü, yerli halkın karşılaştığı zorlukları, tarihe “Ürkün” adıyla geçen 1916 yılındaki ayaklanmayı, Çin’e kaçan Kırgızların çektiği eziyetleri, Kırgız kızlarının Çin ve Uygur zenginlerine satılmalarını konu eden otobiyografik bir eserin çevrisini sunarak, Orta Asya’da yaşayan Türk boylarının yıllardır çektikleri sıkıntıların da eser aracılığıyla anlaşılması amaçlandı.
Çalışmayla ilgili şu bilgileri vermekte fayda vardır diye düşünüyorum: Romanda geçen insan ve yer isimlerini olduğu gibi vermeyi doğru bulduk. Yazarın amcası Elebes ile eşi Burmake romanın ana kahramanlarındandır. Yazar, romanda bu iki karakterin, hitap sözcüğü kullanmaksızın doğrudan isimlerini vermiştir. Biz, Kırgız geleneğine uygun olması için Elebes amca, Burmakan ana şeklinde vermeyi uygun gördük. Türkçeye aktarılması güç olan, Türkçede karşılıkları olmayan kelimeleri dipnotlarla izah ettik. Ancak bugüne kadarki çevirilerde kullanılan boz uy (keçe çadır), ayıl (köy) gibi kelimeleri özgün şekliyle bırakmayı uygun gördük.
Çevrinin, özellikle de akraba diller arasındaki çevrinin ne kadar zor olduğunu bu işlerle uğraşanlar iyi bilir. Bundan önce çevirdiğim XX. Yüzyıl Kırgız Edebiyatı Tarihi kitabını çevirirken yaşadığım güçlükleri bu romanı çevirirken de yaşadım. Eserin, Kırgız romancılığının henüz şekillenmediği, yazarın tecrübesinin az olduğu yıllarda kaleme alınmış olması da çevriyi zorlaştırmıştır. Çevriden kaynaklanan eksikliklerin okur tarafından hoş karşılanacağını umut ediyorum.
Hem bundan önce çevirdiğim XX. Yüzyıl Kırgız Edebiyatı Tarihi kitabının hem de Uzun Yol romanının editörlüğünü yapan İbrahim Türkhan Bey’e; kitabın kapak tasarımını yapan öğrencim Muhammet Lütfü Avcı’ya teşekkürü bir borç bilirim.
I
Bizim çadır, obadan biraz uzakta, tek başına, siyah ve eski olanı. Vakit öğlen. Biz yataklarımızdan yeni kalkıyorduk. Almakan ablam bir anda deli gibi bağırarak gelip yatakta yatan annemin üzerine kapandı. Annem uzun süredir hasta yatıyordu.
Annem de her zamankisinden farklı bir hale bürünmüştü. Gözleri korkunç bir şekilde yuvasından çıkacakmış gibi, hırıltılı bir şekilde belli belirsiz nefes alarak sessizleşmeye başlamıştı. Ölmek üzere olan insanı ilk kez görüyordum. Ben o zaman on bir yaşındaydım.
Hepimiz korkudan tir tir titreyerek annemin yatağının etrafına toplandık. Ablam ise delirmiş gibi var gücüyle çığlık atarak dışarı çıktı, sonra hemen geri girdi ve tekrar annemin üzerine kapaklandı. Bizim çadır obadan uzakta olsa da ablamın çığlıklarını duyan birkaç insan apar topar bizim çadırda toplandı. Bu arada beni bir şeylerle oyalayarak, kandırıp dışarı çıkarmışlardı. O sırada evden tiz bir çığlık sesi geldi. Bağırtı ve ağlama sesleri gittikçe yükseldi. O sesler bana eski, kötü çadırımızı havaya uçuracak gibi geldi.
Böylece altı çocuk yetim kaldık. En büyüğümüz Almakan ablam, sonra ben, benden sonra Bekkul, Eşbay, Aşımkan ve en küçüğümüz Bekdayır. Hepimizin aramızda ikişer yaş vardı. Annem ölmeden önce de bir kız doğurmuştu ama evlatlık verdiği o kardeşimiz, on ay dolmadan ölmüştü.
Annem, koyun gibi nerdeyse her sene doğum yapmış bir kadındı. Dört erkek, altı kız, toplam on çocuk doğurmuştu. Üç kızını evlendirmiş. Kalan altı çocuk ise evdeyiz.
Annem öldükten sonra onun yerine bize bakmak için Burmake Hanım geldi. Bu kadın, babamın ağabeyi Elebes’in hanımı. Yaklaşık altmış yaşlarında, ufak tefek, hafif kamburu olan esmer bir kadındı. Onlardan başka bakacak kimsemiz yoktu. Elebes amcam, eskiden beri yoksul bir adamdı. Bundan dolayı yol yapımında çalışmak üzere Kızıl Kıya’ya taşınmıştı. Fakirlerin geçinebileceği iş imkânlarından dolayı orası iyiydi. Buraya taşınmasının üzerinden üç yıl geçmişti.
Bizim talihimize bu kış