Bir gün karısı, elindeki bakır ibriği göstererek Hoca’ya:
“Efendi!” demiş. “Ele bakmaktan eve bakmaya sıra gelmiyor, bizi büsbütün ihmal ettin bak, ibriğin altı delindi, su tutmuyor, nasıl abdest alacağız?”
Hoca oralı bile olmamış:
“Dert ettiğin şeye bak!” demiş. “Kolayı var; önceden abdest bozduktan sonra abdest alırdık. Şimdi abdest aldıktan sonra abdest bozarız!”
Aceleye Geldi Af Buyurun
Kambersiz düğün olur mu ya; Akşehir’de de Nasreddin Hoca’sız düğün olmaz. Gel gelelim şehrin ileri gelenlerinden biri düğününe Hoca’yı davet etmemiş. Hoca da eline birkaç sahifeyi sarıp sarmalayıp adamın kapısına dayanmış. Kapıdaki uşağa, ev sahibine mektup getirdiğini söyleyerek içeri girmiş. Hemen getirdiği mektubu düğün sahibine verip sofranın başına kurulmuş. Ev sahibi zarfa bir bakmış; isim de yok cisim de…
“Hani!” demiş Hoca’ya. “Üstü yazılı değil bunun!”
Hoca ağzında yemekle zar zor cevap yetiştirmiş:
“Af buyur!” demiş. “Aceleye geldi, içi de yazılı değil onun!”
Acemi Avcı
Hikâye bu ya, kurtlar Akşehir’e, hatta Hoca’nın mahallesine kadar iner olmuş. Hoca da kış kıyamet demeyip komşusuyla kurt avına çıkmış.
Neyse uzatmayalım, acemi avcı şansı, bir kurdu ininde kıstırmışlar. Komşusu hayvanı görmek için kafasını inin ağzından içeri sokmuş. Sokar sokmaz da ayakları halay tutar gibi zıplamaya oynamaya başlamış. Hoca, “Tamam.” diye düşünmüş. “İşte bizim adam kurdu yakaladı. Avcı dediğin böyle olur. Bari yardım edeyim” diyerek adamın ayaklarından asılıp dışarı çıkarmış ki bir de ne görsün; komşunun kafası yok. Hoca’yı bir düşüncedir almış. Apar topar geri dönüp adamın karısına:
“Hatırlıyor musun…” demiş. “Ava çıkarken kocanın kafası yerinde miydi?”
Acemi Bakkal
Hoca bu, her mesleği denedikten sonra bir de bakkal dükkânı açmış. Hoca’nın “acemi bakkal” olduğunu anlayan bir kadın:
“Ben Kedigillerden Deli Ömer’in karısıyım, parasını kocam ödeyecek.” diyerek tuzdan bulgura, yağdan şekere dükkânda ne varsa hepsinden istemiş. Hoca:
“Mümkün değil!” demiş. “Kocanın namını duydum ama bile bile sermayeyi kediye yükleyemem!”
Acemi Berber
Hoca, bayramlık tıraşı için berbere gitmiş. Ancak, berberinin yerinde sanki cellatlıktan emekli biri varmış. Çaresiz sakalını yeni berbere teslim etmiş. Ama çok geçmeden berberin acemi olduğunu anlamış. Adam usturayı Hoca’nın yüzünde gezdirdikçe Hoca içinden “Kelimeişehadet” getiriyormuş. O sırada korkunç bir böğürtü duyulmuş. Hoca, bu ses benden mi çıktı diye kendinden korkmuş. Berbere:
“Hayırdır!” demiş. “Bu ses de neyin nesi?”
“Biz artık duya duya alıştık.” demiş berber. “Yandaki nalbanttan geliyor; öküz nallıyorlar!”
Hoca lahavle çekip:
“Ben de…” demiş. “Birini tıraş ediyorlar sandım!”
Acemi Bülbül Bu Kadar Öter
Hoca’nın canı mı çekmiş nedir, göz hakkıdır diyerek yol üzerindeki bahçede zerdali ağacının başına çıkmış. O güzelim zerdalileri cennetlik mideye indirirken bahçıvan çıkıp gelmesin mi…
“Hey, hemşehrim!” demiş. “Kimsin, ne işin var ağaçta?”
“Bülbülüm!”
“Bülbülsen öt bakalım!”
İnsan ne kadar öter; Hoca da garip garip sesler çıkarmaya başlamış. Bahçıvan:
“Bülbül böyle mi öter?” deyince Hoca:
“İdare et.” demiş. “Acemi bülbül bu kadar öter!”
Açlığa Alışacaktı
Neylersiniz, yoksulluk zor zanaat. Hoca’mız kıt kanaat geçindiği bir yılın kara kışında bakmış ki arpa saman yazı getirmeyecek, eşeğin arpasını her gün biraz kısmaya başlamış. Kısa kısa hayvancağızın yemi günlük bir avuç arpa olmuş. Bir gün ahıra girdiğinde Karakaçan’ın nalları diktiğini gören Hoca:
“Yazık oldu.” demiş. “Tam açlığa alışacakken…”
Ağzım Hiç Kapanmadı
Hoca’yı bir eve akşam sohbetine davet etmişler. Davet iyi de toplulukta bulunan bir boşboğaz havadan sudan, ileriden geriden konuştukça konuşuyor, sözü kimseye bırakmıyormuş. Bırakın Hoca’nın sohbet etmesini, söz sırası bile gelmemiş adamcağıza. Üstelik uykusu gelmiş, üst üste esnemeye başlamış. Nihayet gecenin bir yarısı herkes evine dağılmayı düşünürken sazı elinden bırakmayan geveze:
“Hoca’m hiç ağzını açmadın.” deyince Hoca:
“Sen görmedin.” demiş. “O kadar açtım ki az kalsın avurtlarım yırtılacaktı!”
Akçeli Kötek
Hoca, pazarda dolaşırken biri ensesine okkalı bir tokat atmış. Hoca, adamdan davacı olmuş, birlikte Kadı’ya gitmişler. Oysa, adam Kadı’nın akrabasıymış. Kadı:
“Bir tokadın cezası bir akçedir. Git, getir!” demiş.
Adam gidiş o gidiş… Hoca da ne yapsın? Kadı’nın ensesine bir tokat indirdikten sonra:
“Kadılığını akraba hatırına kullanırsan…” demiş. “Kötekten sen de nasibini alırsın. Getireceği bir akçeyi benim attığım bu tokadın cezası olarak sen al!”
Aklın Varsa Akşehir Gölü’ne
Hikâye bu ya, Hoca yoldan çalı çırpı mı toplamış, yoksa geven mi kesmiş; eşeğe yüklediği gibi evin yolunu tutmuş. Tutmuş ama, içini kemiren şüpheden de bir türlü kurtulmak mümkün değil. Bir eşek yükü zahmet çektiği bu odun bozuntusu ot, ya ocağa atınca adam gibi tutuşmazsa? Sınamayı kurt yemez deyip sınayayım derken yüküyle birlikte eşeği de alev almaz mı? Hayvancağız var gücüyle kendi yangınından kaçmaya başlayınca Hoca arkadan bağırmış:
“Aklın varsa, Akşehir Gölü’ne!”
Al Abdestini Ver Pabucumu
Nasreddin Hoca, derede abdest alırken pabucunun tekini dereye düşürmesin mi? Peşi sıra seğirtmiş ama bir türlü pabucu yakalayamamış. Yalın kaldığını anlayınca münasip bir şekilde abdestini bozmuş ve dereye çıkışmış:
“Al abdestini, ver pabucumu!”
Allah’a Şükredin
Bir gün Nasreddin Hoca kürsüde:
“Ey cemaat!” demiş. “Allah’a ne kadar şükretseniz az. Ya deveyi kanatlı yaratsaydı…”
Cemaatten birisi, “Hoca’m, bunun şükürle ne ilgisi var?” deyince Hoca cevabı yapıştırmış:
“Senin dama bir konsaydı, görürdün!”
Altın Ne Kadar Eksik
Adamın biri Akşehir çarşısında akşam yürüyüşüne çıkan Hoca’ya bir altın uzatarak:
“Hoca’m!” demiş. “Sende bulunur, şunu bozuver!”
Hoca da ne hikmetse cebinde beş kuruş olmadığını söyleyememiş. Vaktim yok, acelem var dediyse de adam inatçı çıkmış, illa Hoca’ya bozduracak. Sonunda Hoca:
“Ver bakalım sarıkızı!” deyip altını adamın elinden almış.
Elinde evirip çevirdikten sonra:
“Kardeşlik…” demiş. “Bu altın eksik altın!”
Dedik ya adam inatçı diye, bu sefer:
“Ne kadar eksikse o kadar boz.” diye sırnaşmasın mı, Hoca çileden çıkmış:
“Bak