Ahmet Paşa
Gül istedim diken oldu yerim ne çâre kılam
Meğer libâs-i hayâtımı pâre pâre kılam
N’olaydı sihr bileydim ki hicre doymak için
Yüreğimi yüreğin gibi seng-i hâre kılam
Eğer sitâreye hükm olsa vaslın ey mehrû
Yaşımla rûz u şeb âfâkı pür-sitâre kılam
Dedim ki yâre kulum dedi bu sözü diyenin
Kesem kalem gibi bâşın dilin de pâre kılam
Dedim teveccüh edip öldür Ahmed’i dedi kim
Bu kâr-ı hayra ne lâzım ki istihâre kılam
Sernâme-i mahabbeti cânâne yazmışım
Hasret risâlesin varak-ı câne yazmışım
Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülün
Bâd-ı sabâ eliyle gülistâne yazmışım
Zülfün hikâyesini gönülde misâl edip
Gam kıssasını levh-ı perîşâne yazmışım
Resmetmişim gözümde hayâlini gûyiyâ
Nakş ü nigârı sâgar-ı mercâne yazmışım
Tâb-ı ruhunla sûzunu yazarken Ahmed’in
Şevkinden odlara tutuşup yane yazmışım
Ahmet Paşa
Gül istedim, yerim diken oldu. Ne yapayım, hayatımı, dikenlere takılıp yırtılan bir elbise gibi parça parça etmekten başka çare yok.
Ah, ne olurdu, büyü bilseydim de, ayrılığa dayanabilmek için yüreğimi senin yüreğin gibi mermer taş yapsaydım!
Ey ay yüzlü! Eğer sana kavuşmak yıldızların tesiriyle olursa, gece gündüz ağlayarak ufukları gözyaşımın yıldızlarıyla doldurayım.
Sevgilime: “Ben senin kulunum.” dedim; bana: “Bu sözü söyleyenin kalem gibi başını keser, dilini de parçalarım.” dedi.
O hâlde: “Lütfederek Ahmed’i öldür.” dedim; “Bu hayırlı iş için tereddüt etmeme ne lüzum var!” cevabını verdi.
Sevgilime büyük bir aşk mektubu yazdım; hasret duygularını ruhumun sahifelerine geçirerek ona gönderilecek bir kitap meydana getirdim.
Zavallı bülbülün dert ile inleyişlerini meltem vasıtasıyla gül bahçesine yazmış oldum.
Ey sevgili, saçlarının gönlümdeki macerasını örnek tutarak gam hikâyesini perişan kâğıt üzerine yazdım.
Hayalini gözüme öyle işlemişim ki sanki mercandan bir kadeh üzerine nakışlar yapmışım.
Yanağının kalbime verdiği ateşle Ahmed’in yanıklığını yazarken heyecandan alevlenerek neredeyse yanıverecektim.
Şehzade Cem
Ol dem kanı ki Kâ’be-i kûyun mekân idi
Ârâmgâhı gönlümün ol âsitân idi
Ol dem kanı ki sebzelerin tâze tutmağa
Ol gülistânda yaşlarım âb-ı revân idi
Ol dem kanı ki sâye-i perr-i hümâ gibi
Zıll-i zalîl-i gerd-i rehin sâyebân idi
Ol dem kanı ki mürg-i dile âsitânının
Her kûşe-i müşerrefi bir âsumân idi
Ol dem kani kı mesken idi eşiğin Cem’e
Hayfâ ki geçti bilmedik ol hoş zamân idi
Taşlarla döğünüp yürür âb-ı revânı gör
Rahm eyledi bu hâlime kevn ü mekânı gör
Dağlar başında ebr-i felek ağlayıp gider
Yanınca ra’din ettiği ah ü figânı gör
Çâk eyledi yakasını derd ile subhgâh
Çarhın şafak yerine ya döktüğü kanı gör
Deryalar acıyıp göğe boyadı câmesin
Toprak döşendi ruy-ı zemîn ü zamanı gör
Ey kimsesiz soran beri gel hisse-i gam al
Sen dahi bir nedir feleğin armağanı gör
İslâm içinde naz ü naîmi götürmiyen
Küffâr içinde cebr ile şimdi duranı gör
Şehzade Cem
Hani o zamanlar ki senin bana Kâbe gibi görünen köyünde bulunuyordum; gönlümün dinlenme yeri o yüksek makamdı.
Nerede o zamanlar ki gül bahçesine benzeyen yüzünün yeşilliklerini taze tutmak için gözyaşlarım akarsu oluyordu.
Hani o zamanlar ki geçtiğim yollardaki toprağın koyu gölgeliği, devlet kuşunun kanadının altı gibi, bana sığınak oluyordu.
Nerede o zamanlar ki senin ocağının her köşesi benim gönül kuşuma şerefli bir göktü.
Eşiğinin Cem’e mesken olduğu o zamanlar nerede? Ne yazık ki geçti, bilemedik; o zamanlar hoş zamanlarmış.
Taşlarla dövünüp ilerleyen akarsuya bak, benim şu hâlime acıyan tabiatı gör!
Dağlar başında göğün bulutu ağlayıp gidiyor, yanı başında gök gürültüsünün ettiği ahı ve feryadı seyret!
Sabahleyin dert ile yakasını yırttı. Feleğin şafak yerine şu döktüğü kana bak!
Denizler acıyarak elbisesini maviye boyadı, yeryüzü toprak döşendi, zamanı gör.
Ey kimsesiz soran, beri gel, gam hissesi al da feleğin armağanı nedir, sen de bir gör!
İslam içindeki nazlı ve nimetlerle dolu hayatı beğenmezken şimdi kâfirler içinde zorla duranı gör!
Necâtî
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler gonceyi söyletmediler
Taşradan geldi çemen sahnına bigâne deyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Âdeti hûbların cevr ü cefâdır amma
Bana ettiklerini kimselere etmediler
Hamdülillâh mey-i cânbahş ile sâkîlerimiz
Âb-ı hayvân ile kevser suyun istetmediler
Ey Necâtî yürü sabr eyle elinden ne gelir
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler
Çıkalı göklere âhım şereri döne döne
Yandı kandîl-i sipihrin ciğeri döne döne
Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk ü şevk ile verir cân ü seri döne döne
Sen olasın deyu bir bir asılıp âyîneler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Şâm-ı zülfünde gönül Mısrı harâb oldu deyu
Sana iletti kebûter haberi döne döne
Ey Necâtî yaraşır mutribi şeh meclisinin
Raks urup okuya bu şi’r-i teri döne döne
Necâtî
Lale