ÖNSÖZ
Kendi çevremizi ve ötesindeki evreni anlamlandırmak için somut ve soyut şeyleri ölçmemize olanak sağlayan ortak ölçü birimlerine ihtiyacımız vardır. Kek de pişirseniz, okyanusu aşacağı bir uçuşa başlayacak Boeing 747’nin yakıt gereksinimini hesaplıyor da olsanız ilgili hammaddelerin hacim, ağırlık, zaman ve sıcaklık değişkenlerini tam olarak anlamanız gerekmektedir. Kısacası ölçümlere ihtiyacınız vardır.
İnsanlar göçebe yaşam tarzını terk edip yerleşik yaşama geçene kadar bir şeyleri ölçmeye gerek duymamışlardır. Şahsi arazi parçalarını ölçmek zorunda kalmaları temel geometrinin (Yunanca ge = alan ve –metria = bir şeyin ölçüsü) başlamasına sebep olmuş, satış veya takas için yetiştirdikleri tahılı da tartmaları gerekmiştir. İnsan vücudunun parçaları, kolay ulaşılabilen ve ortak bir ölçek sağlamıştır. Atlar ellerle ölçülürken (hâlâ öyle ölçülebilmektedir, günümüzde biraz daha standartlaştırmak adına el ölçüsü 4 inç [yaklaşık 10 cm] kabul edilir) başparmak, ayak, parmak ucundan dirseğe kadar olan önkol ve ileri uzanmış kol mesafesi gibi diğer vücut bölümleri de farklı ölçümlerde kullanılmıştır. İlk yerleşimlerde yaşayanlar, bir kaya veya taşı tahıl ağırlığı olarak kullanmış olmalıdır (bu nedenle taş1 hâlâ İngiliz ölçü birimi olarak kullanılır); ancak bunlar boyut bakımından farklılık göstereceğinden ağırlık ve hacim ölçeklerini sistemleştiren standartlar getirilmeliydi. Ticaret gelişip daha fazla çalışana ihtiyaç duyuldukça çalışma sürelerinin ölçülmesi, bunun için de zamanın ölçülmesi gerekmiştir.
Gündelik hayatın diğer birçok temel özelliğinden biri olan dil gibi, bölgesel ölçüm kuralları da ulusal olanlara dönüşmüştür. Çünkü satıcıların sunduğu şeyleri anlamak, büyüklüğü ve değeri ölçebilme yetisine sahip olmak zorunlu hale gelmiştir. Kitaptaki anlatımın İngiliz ölçü birimleri ve metrik ölçüleri esas alması bazı okurları etkileyebilir, fakat günümüz dünyasının çoğunluğu bu ölçülerle işlemektedir. İngilizceye çay kutusu2 ölçüsünü veren antik Malay birimi kati (600 g) istisnası dışında pek çok egzotik ve eski ölçü, kendi ülkelerinde bile zar zor tanınıyordu, bu yüzden bu kitaba dahil edilmeleri pek uygun görülmedi.
Günümüzde kullanılan volt, amper ve ohm gibi diğer birimler de çıkarılmıştır, çünkü tanımlarının karmaşıklığı açıklandıktan sonra söylenecek ilgi çekici pek bir şey kalmamaktadır. Gündelik hayattan ziyade bilim ve mühendislik alanlarında daha aşina olunan pascal, erg, dyn ve atmosfer gibi birimlerin de kitaba dahil edilmemesinin altında aynı mantık yatmaktadır.
Birçok standartlaşmış ölçünün kökeni merak uyandırıcıdır. Boks ringi3 kare olmuş ve dört atlı faytonların kamçı uzunluğundan dolayı bugünkü boyutlarını almıştır; modern tenis kortunun şekil ve boyutları ise eski köşk avlularına dayanmaktadır. Tenisin biraz alışılmadık puanlama sistemi, eski avlu saatlerinin kadranlarından türetilmiştir. Peki saat kadranlarının yuvarlak olması geleneği neye dayanmaktadır? Saat yönü dönüşünü belirleyen neydi? Cevaplar güneş saatinde yatmaktadır. Mekanik saatler güney yarımkürede icat edilmiş olsaydı, “saat yönü” sola doğru bir dönüşü ifade ederdi.
Örneğin 38 veya 40 gibi sayılarla ifade edilen Avrupa ayakkabı numaraları uç uca eklenmiş arpa sayılarına eşitken, mil ölçü birimi bir Roma lejyonerinin uygun adım yürüyüşteki bin4 adımına dayanmaktadır. Periyodik tablo formatı tek kişilik iskambil oyununu temel almaktaydı. İlk Fahrenheit ölçeğindeki sıfır derece 1708-1709 yıllarında olağandışı şekilde sert geçen kışta Danzig’deki (günümüzde Gdańsk, Polonya) buzların sıcaklık derecesiyle belirlenirken, yüz derecelik en yüksek gösterge Frau5 Fahrenheit’in koltuk altı sıcaklığıydı.
Hepimizin ölçülerin olmaları gerektikleri gibi olduklarını düşünüp onları doğal karşıladığını söylemek yanlış olmaz. Bir yarda6 bir yardadır, bir kilogram bir kilogramdır, e ne olmuş yani? Ancak görünüşte sıradan olan diğer pek çok konuda olduğu gibi ölçülerin tarihini ve kökenlerini araştırmaya giriştiğinizde sizi birkaç sürprizden daha fazlası beklemektedir.
YÜKSEKLİK, UZUNLUK VE DERİNLİK
Herhangi bir şeyin yüksekliğini ölçerken başlangıç noktasını esas alırız. Söz konusu dağlar olduğunda yüksekliği deniz seviyesinden yukarı doğru fit ya da metre cinsinden belirlemek alışılmış olandır ve iyi bir yöntemdir; ancak bu yöntemde ne başlangıç olarak alınan suyun kütlesi ne de yılın zamanı hesaba katılır. Tüm su kütlelerinin yüzey yüksekliği gelgitler sebebiyle saat başı, gezegen ve ay yörüngelerindeki kaymalar sebebiyle de haftadan haftaya kayda değer seviyede değişir. Örneğin, Kanada’nın Yeni İskoçya bölgesinde bulunan Minas havzası, İngiltere ile Güney Galler arasında yer alan Severn nehrinde olduğu gibi on iki ila on beş metrelik veya başka bir deyişle kırk ila elli fitlik bir gelgit aralığına sahiptir.
Bilimsel kolektif bu sorunu çözmek için yüksek ve alçak gelgitler arasındaki orta noktada ölçülen deniz seviyesinde karar kılmıştır, fakat bu sefer de farklı milletler ölçümlerini farklı su kütleleri üzerinden yapmıştır.
1915 yılında Birleşik Krallık, ortalama deniz seviyesini Cornwall’da bulunan Newlyn limanındaki orta gelgit noktası olarak belirledi ki bu, Birleşik Krallık’taki zirveleri ve burunları7 ölçmek için uygun olsa da diğer ülkeler için pek işe yarar değildi. Deniz seviyesinin üzerinde fit ya da metre cinsinden hassas ölçüm olduğunu iddia eden bir yükseklik gördüğünüzde, hangi denizin ölçüt olarak alındığını ve bu ortalama seviyenin hangi ayda belirlendiğini sorgulamalısınız. Tüm denizler sürekli bir değişim halinde olduğu için söz konusu değerler uydu ölçümlerine dayanıyor olsa bile bu gereklidir.
Çoğu insan gelgitlerin okyanusa özgü bir olgu olduğunu ve sebebinin Ay olduğunu düşünür; ancak Güneş de kendi yerçekimi kuvvetiyle gelgitlerde önemli bir rol oynar. Bu iki gökcismi bir araya geldiklerinde kara kütleleri üzerinden suları çekmekte hiçbir sıkıntı yaşamazlar.
Yerkabuğu gelgiti olarak bilinen bu dalgacıklar, zemini ekvatorda yaklaşık 55 cm / 22 inç kadar kaldırabilir ve bunun yaklaşık 15 cm / 6 inçlik kısmı Güneş’in çekim kuvvetine bağlanabilir. İlgili bilimsel sektörlerdeki görüş, bu dalgacıkların sismik ve volkanik faaliyetlerden ne derece sorumlu olduğu konusunda ikiye bölünmüştür.
EVEREST DAĞI
Muhtemelen dünyanın en yüksek dağı olan Everest, Victoria döneminde XV. Zirve olarak biliniyordu. Günümüzde bir simge haline gelen bu dağ, bilindiği kadarıyla Tibet platosunun tepesinde bulunan ve kendi tabanından yüksekliği 17.000 fit / 5182 metrenin üzerinde olan gösterişsiz bir dağlık burundu. Tabanından zirvesine kadar Everest Dağı yaklaşık sadece 12.000 fit / 3658 metredir, ancak Himalaya Dağları’nın tepesinde bulunmanın haksız avantajına sahiptir. Tek başına ayakta duran en yüksek dağ, 19.340 fit / 5895 metrelik yüksekliğiyle Afrika’daki Kilimanjaro Dağı’dır.
Everest (adını zamanında Hindistan’da araştırmacı general olan Sör George Everest’ten [1790-1866] alır) ilk olarak 1852 yılında Sör Andrew Waugh yönetiminde gerçekleştirilen Büyük Trigonometrik İnceleme’de görevli, kıdemli bir kişi olan Hintli matematikçi Radhanath Sikdar (1813-70) tarafından ölçülmüştür. Sikdar, Waugh’a XV. Zirve’nin tam olarak 29.000 fit (yaklaşık 8900 m) yükseklikte olduğunu bildirdiğinde Waugh böyle bir sonucun tembelce bir sayı yuvarlama olduğu ithamlarını çekeceğinden endişe duyup yüksekliği duyurmayı ertelemiştir. Şakayla karışık Everest’in zirvesine iki ayağını da basan ilk insan olarak anılan Waugh, 1856’da sonucu yayımladığında zirvenin 29.002 fit yükseklikte olduğunu açıklamıştır. 1999’da yapılan bir ABD seferiyle daha doğru bir sayı belirlenmiştir.