Önsöz
Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız yayın kurulu toplantısında hepimizi heyecanlandıran bir karar aldık. Aforizma Dizisi ile başladığımız, Bir Nefeste Dizisi ve Dünya Masalları Dizisi’yle devam ettiğimiz dizilerimize bir yenisini daha ekleyecektik: Biyografi Dizisi. Birkaç yayınevinde gayet başarılı biyografiler olmasına rağmen hem günümüz okur kitlesine hitap eden hem de kişilerin hayatlarının en sıradan detaylarını bile son derece canlı bir şekilde anlatan kitaplarda bir boşluk olduğunu fark ettik. Bu alanda gördüğümüz boşluğu doldurmak için hemen kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.
Öncelikle biyografisini okumak istediğimiz ve hayatını ilginç bulduğumuz tarihi kişilikleri belirledik. Sonra bunların arasında yayımlanmaya değer olduğunu düşündüğümüz biyografileri seçtik. Bu bağlamda ilk etapta on önemli tarihi kişinin biyografisi ortaya çıktı. Bu on kişinin hayat hikâyesini bize aynı edebi tat ve ruhla aktaracak çevirmenler aramaya başladık. Fakat bu süreçte en çok kararsız kaldığımız şey kapak tasarımı oldu. Çünkü bir biyografi dizisine yakışır sadelikte, aynı zamanda bu önemli tarihi şahsiyetlerin hayatlarını anlatacak canlılıkta kapaklar olmasını istiyorduk. Önümüze gelen ondan fazla taslak üzerinde günlerce kafa yorduk ve ortak bir karar vermek için çabaladık. En sonunda taslakları ikiye indirdik ve hepimizin içine sinen bu kapakta karar kıldık.
Kitapları yayına hazırlama aşamasında metinle o kadar içli dışlı olduk ki bahsedilen tarihi figürlerin hayatlarına girdikçe yaptığımız işten daha çok keyif almaya başladık. Hepimizin ismen bildiği kişilerin yaşam öykülerini okudukça aslında onların da sizin bizim gibi bir insan olduklarını, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını, hayatın onları da tıpkı bizler gibi oradan oraya savurduğunu gördük.
Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkardığımız bu diziyi siz okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Birer tarihi kayıt niteliği taşıyan bu yaşam öykülerini okurken keyif almanız tek temennimiz.
“İyi yazılmış bir hayat öyküsü, en az iyi yaşanmış bir hayat kadar nadidedir.”
Birinci Bölüm
Johann Wolfgang Goethe, 28 Ağustos 1749’da Frankfurt am Main’da1 doğdu.
Dedesi Frederick George Goethe, işçi sınıfına mensup bir aileden geliyordu ve terziydi. On yedinci yüzyılın sonlarına doğru Artern’den Frankfurt’a gelerek buraya yerleşti ve on sekizinci yüzyılın başlarında “Zum Weidenhof” hanının sahibi, otuz yedi yaşındaki, etkileyici ve dul bir kadın olan Cornelia Schelhorn’u ikinci eşi olarak seçti. Frederick George’un cana yakın bir adam ve yetenekli bir müzisyen olduğu söylenirdi. Müreffeh koşulların her cömert mizaçta ortaya çıkardığı zarif özellikleriyle ikinci eşi, ona her açıdan layık olan, çalışkan ve iyi kalpli bir kadındı. Üç çocukları oldu ve 27 Temmuz 1710’da doğan Johann Kaspar (Goethe’nin babası) bu çocukların en küçüğüydü.
Johann Kaspar Goethe, Coburg şehrindeki bir okula gönderildi ve babasıyla tek erkek kardeşinin ölüm haberini de burada aldı. Sonraları Leipzig ve Giessen üniversitelerinde hukuk öğrenimi gördü ve hukuk bilimi dalında “doktor” unvanı aldı. Bir süre Wetzlar’daki imparatorluk mahkemesinde mesleğini icra ettikten sonra İtalya seyahatine çıktı. Nihayetinde Frankfurt’a temelli geri dönerek, Hirschgraben isimli caddedeki bir evde annesiyle birlikte yaşamaya başladı. Annesinin servetinden dolayı sabit bir iş bulmasına gerek yoktu. Bunun yerine İmparator VII. Charles’ın yönetiminde, meclis üyeliği unvanını (Rath) elde ederek oldukça itibarlı bir mevkiye ulaştı. Johann Kaspar biraz kılı kırk yaran biri olmasına ve fevri çıkışlarına karşın, son derece dürüsttü. Bunun yanı sıra sağlam hukuk bilgisi, sanat ve edebiyat aşkıyla birleşmişti. İtalyancaya yakından ilgi göstermişti ve en sevdiği yazar olan Tasso’nun sıkı bir takipçisiydi.
Goethe'nin doğduğu ev.
Otuz sekiz yaşına basmış bir yetişkin olan Johann Kas-par, 20 Temmuz 1748’de Catharine Elizabeth ile evlendi. Catharine Elizabeth’in babası Johann Wolfgang Textor, Frankfurt eyaletinde başyargıçtı ve kendisiyle aynı ismi taşıyan, 1690’da ilk Frankfurt hükümet memuru unvanını alan ünlü bir hukuk adamının torunuydu. Catharine evlendiğinde yalnızca on yedi yaşındaydı. Neşeli, güzel, müzik ve şiir düşkünü, dikkat çekici biriydi ve çocukları büyüleyen masallar yaratma konusunda pek maharetliydi. Yeni evi, birlikte gayet dostça bir yaşam sürdüğü kayınvalidesinin eviydi. Kocasının ona olan sevgisi samimiydi. Catharine ise ona yönelik duygusal bağlılığından hiç söz etmese de kocasının kendisine yönelik duygularına içten bir yakınlık ve saygıyla karşılık verirdi.
Goethe onların ilk göz ağrılarıydı, ardından ondan on beş ay küçük olan kız kardeşi Cornelia doğmuştu. Başka çocukları da olmuştu, ancak hiçbiri Goethe’yi etkileyebilecek kadar uzun yaşamadı. Goethe kız kardeşine düşkündü ve yıllar geçtikçe dünyada onun sevgi ve şefkati kadar değerli olan çok az şeyle karşılaştı. Cornelia nazik huyluydu, sadık ve sevecen biriydi. Erkek kardeşinin gençlik yıllarındaki hareketli ve coşkun ruhunu ondan başkası dizginleyemiyordu.
Goethe’nin de tıpkı annesi gibi kahverengi saçları ve çocukluğundan yaşlılık dönemine dek tanıştığı herkesi hayran bırakan keskin bakışlarıyla ışık saçan koyu renkte gözleri vardı. Coşkulu ve hareketli bir çocuktu. Üstelik erken yaşlarda bile yüksek ölçüde yaratıcı bir mizacın izini taşıyordu. Büyükannesinin evi iki eski binanın birleşiminden meydana geliyordu. Evdeki karanlık geçit ve köşelerin düşüncesi, onun korku duymasına neden oluyor, geceleri uyumasını imkânsız kılıyordu. Evin arka kısmında, çocukların yazın oyun oynamalarına izin verildiği bir odadan, önlerinde geniş bahçelerin ve şehir surlarının ötesinde Höchst’e doğru uzanan verimli bir vadiyi de içine alan büyüleyici bir manzara görünürdü. Goethe bu odanın penceresinin önünde oturup kimi zaman şiddetli gök gürültüsünü kimi zamansa gün batımını seyre daldığını; bahçelerde oyun oynayan çocukların görüntüsünün, yuvarlanan topların ve devrilen kukaların sesiyle birlikte doğanın büyük gösterisinin, içini sık sık belli belirsiz bir yalnızlık ve özlem duygusuyla doldurduğunu anlatırdı.
Çocuklar, onları çok seven büyükanneleriyle çokça zaman geçirmişlerdi. Ölümünden önceki Noel’de, büyükanne torunlarını Davud ve Golyat’ın öyküsünün anlatıldığı bir kukla gösterisiyle eğlendirmişti. Kukla gösterisi Goethe’nin üzerinde büyük bir etki bırakmıştı, daha sonraları gösterinin nasıl yapıldığını öğrenmesine ve figürleri yeni oyunlar için giydirmesine müsaade edildi.
Büyükannesi, Goethe altı yaşındayken vefat etti ve hemen ardından babası uzun süredir zihnini meşgul eden, evi ailesinin ihtiyaçlarına uygun halde yeniden inşa etme planını hayata geçirdi. İnşa sürecini babasının bizzat yönettiği ev, zevkle dekore edilmiş iyi ışık alan odalarıyla güzel ve kullanışlı bir konuta dönüştürüldü. Johann Kaspar’ın mükemmel bir kitap koleksiyonu vardı ve çalışma odasına düzgünce yerleştirilmişti. Ayrıca birçoğu Frankfurtlu sanatçılar tarafından yapılan resimler, hepsinin sığacağı büyüklükte bir odada toplanırken, haritalar ve gravürler de iki evi birbirine bağlayan koridorların duvarlarını süslüyordu. Johann Kaspar İtalya’dan güzel Venedik kadehleri, bronzlar, antik silahlar ve diğer sanatsal eşyalarla birlikte dönmüştü. Yeni evde raflı dolaplara yerleştirilen bu kıymetli eşyaların etkili bir biçimde göze çarpması için hiçbir çabadan kaçınılmamıştı. Caddeye bakan üst kattaki oda ise Goethe’ye ayrıldı.
Evin yenilenme sürecinin son safhalarında kız kardeşiyle birlikte akrabalarına gönderilen Goethe, orada kaldığı dönem boyunca memleketi hakkında bir şeyler öğrenme olanağını buldu. İmparatorların seçilip taç giydiği bir şehir olan Frankfurt, Almanya’nın bağımsız imparatorluk eyaletleri arasında oldukça onurlu bir yere sahipti. Eski surları ve kapılarının ardında ortaçağın sıkıntılı yaşamından izler, şehrin mimari yapısı ve geleneklerinde korunmaya devam ediyordu. Daha çocukluk yıllarında şehrin eski moda caddelerinde dolaşmaktan keyif alan Goethe, sonraları şehrin geçmişiyle ilgili tarihi bağlantılara da aşina hale geldi. Main köprüsünün üzerinde bulunan,