Uncle Tom’s Cabin
, Harriet Beecher Stowe
© 2004, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. basım: 2004
3. basım: Ekim 2014, İstanbul
E-kitap 1. sürüm Ekim 2015, İstanbul
Ekim 2014 tarihli 3. basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Kapak tasarımı: Utku Lomlu / Lom Tasarım (
)
ISBN 978-975-07-2706-1
CAN SANAT YAYINLARI
YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
H
ARRIET
B
EECHER
S
TOWE
TOM AMCA’NIN
KULÜBESİ
ROMAN
İngilizce aslından çeviren
Tülin Nutku
HARRIET BEECHER STOWE, 1811’de ABD’nin Connecticut eyaletinde doğdu. Dindar bir aileye sahip olan Stowe’un çocukluğu Hıristiyan kardeşlik ve yardımseverlik öğretilerini konu alan hikâyeler dinleyerek geçti. Babası Lane ilahiyat fakültesinin başına geçtikten sonra taşındıkları Cincinnati’de kölelikle ve köleliğin kaldırılmasını destekleyen hareketle tanıştı. Burada, ırkçı ayaklanmalara şahit oldu, firar eden kölelerin hikâyelerini dinledi ve Güney’den Kuzey’e kaçmak isteyen kölelere yardım etti. 1836’da evlenerek Bowdoin Üniversitesi’nde profesör olan kocasıyla birlikte Maine’e taşındı. Köleliği resmen tanıyan bir kanunun kabul edilmesinin ardından Tom Amca’nın Kulübesi’ni yazdı. Bu kitaptan sonra, neredeyse her yıl bir roman yazan Stowe, yine de maddi sıkıntıdan kurtulamadı. Küçük yaşlarda aldığı dinî eğitimin etkisiyle kadınların oy kullanma hakkı ve kölelilik gibi tartışmalı ahlaki konularda sesini yükseltmekten hiçbir zaman geri kalmadı. Diğer eserleri Dred (1856), The Minister’s Wooing (1859), Old Town Folks (1869), ve The Atlantic Monthly dergisinde yayınlanan The True Story of Lady Byron’s Life’dır (1869). Harriet Beecher Stowe 1896’da Hartford, Connecticut’ta öldü.
TÜLİN NUTKU, TED Koleji’ni bitirdikten sonra DTCF Arkeoloji ve Pedagoji bölümlerinden mezun oldu. Fakülte eğitimi sırasında Tiyatro Kürsüsü’ne devam etti. Tiyatro ve müziğe duyduğu tutku onu Timur Selçuk’tan ders almaya yöneltti. Uzun bir süre profesyonel müzisyen olarak çalıştı. 1980’den bu yana çeviri yapıyor.
1
Böylece okur, insanlığın bir bireyine
takdim ediliyor
Soğuk bir şubat akşamüstü geç saatlerde Kentucky’ nin P. kasabasında iki beyefendi önlerinde birer kadeh şarapla iyi döşenmiş bir yemek salonunda oturuyorlardı. Görünürde hizmetçi yoktu ve iki bey iskemleleri birbirine iyice yaklaştırmış, hararetle tartışıyorlardı.
Aslına bakarsanız başlarken uygun bir dil kullanmak amacıyla iki beyefendi deyip geçtik. Ancak dikkatle incelendiğinde biri, doğrusunu söylemek gerekirse pek de beyefendi tanımına uymuyordu. Kaba, bayağı yüz çizgileri ve daha iyi bir yer kapmak için çevresindekileri dirsekleyerek yükselmeye çalışan düşük düzeyli birinin tipik göstergesi olan o kasıntı tavrıyla kısa boylu, tıknaz bir adamdı. Bir sürü çiğ rengin alacasından oluşmuş yeleği, neşeyle sallanan sarı benekli mavi atkısı ve genel havasına pek uyan cafcaflı bir boyunbağıyla aşırı derecede süslü püslüydü. İri, kaba elleri yüzüklerle bezeliydi, köstekli saatinin ağır altın zincirine, konuşmanın coşkusuna kendini kaptırdığında, hazla savurup şakırdattığı bir deste rengârenk, aşırı büyüklükte mühür asılıydı. Temel dilbilgisi kurallarına bile boş vererek yaptığı konuşmasını, arada bir burada yineleyecek kadar alçalamayacağımız değişik küfürlerle süslüyordu.
Arkadaşı Mr. Shelby’deyse bir beyefendi havası seziliyordu. Evin düzeni, yaşam tarzına ilişkin hava kolay, varlıklı koşullara işaret ediyordu. Daha önce de belirttiğimiz gibi ikisi hararetli bir konuşmanın ortasındaydılar.
Mr. Shelby, “Bu konuyu böyle düzenlemem gerekiyordu,” dedi.
Beriki bir bardak şarabı gözüyle ışığın arasında tutarak, “Ben böyle ticaret yapamam, tek sözcükle bu olanaksız Mr. Shelby,” dedi.
“Önemli olan şu Haley, Tom çok özel biridir ve o parayı nerede olsa alır, aklı başında, dürüst ve yeteneklidir, çiftliğimi saat gibi tıkır tıkır işletiyor.”
Haley, “Yani tüm zenciler gibi dürüst demek istiyorsun,” diyerek kendine bir bardak konyak koydu.
“Hayır, gerçekten dürüst demek istiyorum. Tom iyi yürekli, aklı başında, duyarlı, dinine bağlı bir adamdır. Dört yıl önce bir dinî toplantıda birden dine bağlandı, bunda içtenlikli olduğuna gerçekten inanıyorum. O günden beri de –nem var, nem yok, para, ev, atlar konusunda– ona hep güvendim, istediği gibi girip çıkmasına izin verdim, her seferinde de her konuda güvenilir ve namuslu olduğunu gördüm.”
Haley abartılı bir içtenlikle elini sallayarak, “Bazıları dindar zencilerin olabileceğine inanmıyor Shelby,” dedi. “Ama ben inanıyorum. Bu yıl son kura için New Orleans’a götürdüğüm biri vardı, onun dua ettiğini duymak, dinî bir ayinde bulunmak gibi geliyordu insana, hem de sessiz sedasız, yumuşak başlıydı. Bana iyi para getirmişti, zorunlu nedenlerle satmak zorunda kalan birinden almıştım, satarken de altı yüz dolar fiyat koydum. Yani gerçekten içten gelen bir özellik olduğunda dinin bir zencide epey para eden bir şey olduğuna inanıyorum.”
“Eh, Tom’da bu özellik kimsede olmadığı kadar var,” diye öteki söze karıştı. “Biliyor musun, geçen sonbahar onu tek başına benim bir işimi halletmeye Cincinnati’ye gönderdim, eve beş yüz dolar getirdi. Ben de ona, ‘Tom,’ dedim, ‘sana güveniyorum çünkü sen gerçek bir Hıristiyansın, üçkâğıtçı olmadığını biliyorum.’ Tom geri döndü elbette, ben de zaten biliyordum döneceğini. Kulağıma bazı kendini bilmezlerin, ‘Tom neden Kanada’ya gitmiyorsun?’ dedikleri, onun da, ‘Ah, efendim bana güvendi, yapamam!’ diye karşılık verdiği çalındı. Tom’dan ayrıldığıma üzüldüğümü söylemeliyim. Onu borcun tümünü kapatmaya saymalısın Haley, zaten vicdanın olsa öyle yaparsın.”
“Eh, iş herkeste ne kadar vicdan bırakıyorsa benim de o kadar var, yani yemin etsem başım ağrımaz diyecek kadar,” dedi tüccar şaka yollu, sonra da, “eskiden olsaydı sırf bir arkadaşa yardım olsun diye yapardım bunu ama bu yıl işler çok tatsız,” diye sözünü bitirerek bardağına biraz daha konyak doldurdu. Tedirgin bir suskunluktan sonra, “Pekâlâ nasıl bir alışveriş düşünüyorsun Haley?” diye sordu Mr. Shelby.
“Şey… Tom’la birlikte ‘sepete atacağım’ bir kız ya da oğlan yok mu?”
“Hımm! Doğrusunu söylemek gerekirse gözden çıkarabileceğim biri yok, zaten satmak istememin nedeni elimin bu kadar darda olması. Elim ayağım olan insanlardan ayrılmayı hiç istemiyorum aslında.”
Konuşmanın tam da bu noktasında kapı açıldı, dört-beş yaşlarında melez bir erkek çocuk girdi içeri. Görünüşünde son derece alımlı ve insanı çeken bir şey vardı. Ham ibrişim kadar