Zavallı Çocuk. Namık Kemal. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Namık Kemal
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6865-22-8
Скачать книгу
title>

      Namık Kemal’in Hayatı

      Namık Kemal, 21 Aralık 1840 (26 Şevval 1256) tarihinde Tekirdağ’da doğdu. Annesi Zehra Hanım’ın babası Abdüllatif Paşa o sırada Tekirdağ’da memur olarak bulunuyordu.1 Kemal, daha çok küçük yaşta iken Zehra Hanım öldüğü için dedesiyle anneannesi Mahdume Hanım’a kaldı. Babası Mustafa Asım Bey, bekâr bir hâlde küçük bir çocuğa bakamayacağını ve dedesiyle anneannesi bulunurken onu üvey anaya vermenin yersizliğini düşünerek onlardan ayrıldı, İstanbul’a döndü.

      Kemal’in bundan sonraki hayatı, ölümlerine kadar hep anneannesiyle dede yanında geçti. Abdüllatif Paşa o zamanın memurluk hayatının bir gereği olarak sık sık yer değiştiriyordu, her yer değiştirme sırasında bir zaman için İstanbul’a geliyor ve nöbet bekliyordu. Kemal, dedesinin bu yoldaki seferlerinden hepsine katılmıştı. Yine o zamanın hayat koşullarından biri olarak, İstanbul dışında böyle gezginci bir memurluk hayatı geçirenlerin çocuklarında görüldüğü gibi Kemal de İstanbul’da bulunduğu sırada, tek tük bulunan okullardan birine az bir zaman gidip geliyor; İstanbul dışı seferlerinde de oraların yerli bilginlerinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.

      Kemal’in dedesinin 1851 (1268)’de Kars’a tayin edildiğini Ebüzziya kaydeder. Bu Kars seferinin Kemal üzerinde epey etkisi olduğunu birkaç kişi söyleyip anlamıştır. Bunlardaki abartılı yerleri bir yana bıraktığımız hâlde on iki yaşlarına varan ve artık zekâsı eşya ve olanlara karşı açılmakta bulunan zeki bir çocuğun kuvvetli izler almaya başladığını kestirebiliriz. Abdüllatif Paşa’nın Kars’tan ayrılma, İstanbul’a gelip memurluk bekleme ve Sofya’ya tayin edilme hususlarında bir tarih söylenmiş değildir.

      Sofya, Kemal’in fikirce oluşumunda bir aşama teşkil etmiştir. Oraya gelinceye kadar her zaman yarıda kalan okul veya özel okuma hayatı gerek Sofya’nın daha kalabalık ve uyanık bulunmasından gerekse kendisinin yaş bakımından gençlik çağında olmasından dolayı, biraz düzene girmiş ve Kemal de bu işte çok gayret göstermiştir. Kemal Sofya’da iken şiirler, hem de dikkati çekecek şiirler meydana getirmeye başlamıştır. Manzum yazıya başlayabilmek için daha gençliğinde eskilerin şiirlerinden yirmi bin beyit ezberlemek ve yenilerin eserlerinden de on bin kelimeyi göz önünde tutmak ve usta divanlarını durmadan okumak gerekti. Kemal o tarihe kadar hep bu kadro içinde yetişmişti. Arapça ile Farsçanın gerekli ilk bilgilerini öğrenmiş, bunu ilerletmeye başlamıştı. Bu şiirlerini o sırada Sofya’dan geçen şair Eşref Paşa’ya okuduğu zaman Eşref Paşa, Kemal’in bir eksiğini tamamladı: Şairlerin, şiirlerinde, kendi adlarından başka bir isim kullanması bir gelenekti; buna “mahlas” denirdi. Eşref Paşa da Kemal’in “Namık” mahlasını kullanması öğüdünü verdi.

      Bizim mebadi-i neş’ette (göründüğümüz zaman) şiir iştiharı anamın babamın verdiği ismi unutturmuştu da mahlasım Namık, ismim makamına kaim olmuştu.

      Kemal’in bir mektubundan.

      Sofya’nın bir etkisi de Kemal’de Fransızca öğrenmek şeklinde görülmüştü. Çevre bakımından bu yerler dil öğrenmeye çok elverişliydi, nitekim Ahmet Mithat da Fransızcayı buradan öğrenmişti. Sofya’da dedesi ile anneannesi, torunlarının mürüvvetini görmek üzere Kemal’i on altı yaşındayken evlendirdiler.

       Kemal İstanbul’da (1857-1858): Kemal, dedesi Sofya’dan ayrılınca onunla birlikte İstanbul’a döndü. Yukarıda da işaret edildiği gibi Abdüllatif Paşa’nın memurluk hayatı yıl olarak belirtilmediğinden bu hususta şimdiye kadar Kemal’in on altı yaşında İstanbul’a, hem de divan (şiir mecmuası) sahibi olarak döndüğü tekrarlanıp durulmuştur.

      Kemal’in 1856-1857 (1273) yılında Sofya’da bulunduğunu İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın, Kemal divanında bulunan ve bu hicret yılı ile tarihli olan bir hicviyeden bahsetmesinden açıkça anlıyoruz.

      Kemal’in on sekiz yaşlarında İstanbul’a geldiği sıralarda ilk iş olarak o zamanın şiirle uğraşan çevrelerini araması ve buralarda rastladıkları ile düşüp kalkması tabii bir hareket sayılır.

      Kemal’in rast geldiği şairler için birtakım adlar söylenir. Bunlar arasında Kemal’den 15-20 yaş büyüklerle Kemal’in yaşıtları da bulunmaktadır. Yenişehirli Avni Bey (1826-1884), Leskofçalı Galip Bey (1828-1867), Kör Hakkı Bey2 (1822-1895), Kâzım Paşa (1821-1890), Manastırlı Faik (1825-1900), Halet (1837-1878), Memduh (Sonra paşa olmuştur, 1839-1925), Hersekli Arif Hikmet (1840-1903), bu adları söylenenler arasındadır. Bunların toplantılarına “Encümen-i Şuara” diye bir ad verilmekte ise de gerek resmî gerek yayım hâlinde o zamanlardan kalma böyle bir kayıt açık olarak yoktur.

      Ebüzziya, Kemal’in ilk memurluğunu Tercüme Odası’na girmiş olması şeklinde gösterir. Fakat bunun için bir tarih söylemez. İbnülemin Mahmut Kemal İnal Son Asır Türk Şairleri eserinde Galip Bey’den bahsederken 1859 yazında (1276 başları), Kâni Paşa’nın İstanbul gümrük emini olduğu zaman, Sadaret Mektubî Kalemi’nde bulunan Leskofçalı Galip Bey’i başkâtip olarak yanına aldığını, Galip Bey’in de Namık Kemal muavin olmak üzere bazı gençlerle kalemi oluşturduğunu yazar. Kemal, 1860 Mart veya Nisan aylarında Ziya Bey (Paşa) ile tanıştı:

      Kendilerini en evvel bir ramazan günü -ki yetmiş altı senesi idi-Manastırlı Nailî ve Faik’le Bayezit Camii’nde gördüm.

      Kemal’in bir mektubundan.

      Kemal’in buradaki memurluk hayatı çok sürmemiş olsa gerektir; çünkü 1861 Mayıs’ında Abdülmecit’in ölmesi üzerine başlayan idare hayatı değişikliklerinde Leskofçalı Galip Bey de Garp Trablusu Gümrük Eminliği’ne atanmış ve Kemal’in de Galip Bey’le başladığı İstanbul Gümrük Tahrirat Kalemi’ndeki işinde devamına lüzum kalmamıştır.

       Kemal Tasviriefkâr’da (1862-1867): Ebüzziya, Kemal’in Tasviriefkâr’a nasıl ve ne şekilde girdiğine, Şinasi ile tanışmasının ne yolda olduğuna dair hiçbir bilgi vermez; sadece “Yetmiş dokuz tarihinde Tasviriefkâr’a muharrir olmuş idi.” der.

      Şinasi, ilkin Tercümanıahval gazetesi ile başladığı gazetecilik hayatına Tasviriefkâr ile serbest ve başlı başına uğraşmak üzere devam etmiştir. Gazete 7 Haziran 1862’de yayımlanmaya başladı. Haftada iki defa çıkarılmakta olan gazetede en geniş yer tutan haberler daha çok yorumlayıcı bir üslupla yazılmakta ve kuru bir haber veya çeviri olmaktan uzak bulunmaktaydı. Kemal’in bu gazeteye yardımının, hele ilk zamanlar, ne şekilde olduğu açıkça bilinemiyor.

      Şinasi 1865 baharında Paris’e gidince3 gazeteyi Namık Kemal’e bırakmıştır. Kemal’in, Ebüzziya tarafından yayımlanan Müntahabat-ı Tasviriefkâr adlı kitaplarda gösterdiği yazılardan tarih itibariyle en eski olanı 26 Aralık 1865 (7 Şaban 1282) tarihli ve 355 No.’da bulunan Belçika Kralı Leopold’ün Vefatı başlıklı yazıdır. Kemal, daha önce, 1863 Mart’ında ikinci sayısı çıkarılan Mir’at adlı resimli dergide “Babıâli Tercüme Odası hulefasından Kemal” imzasıyla Montesquieu’nun kitabını Romalıların Eshab-ı İkbal ve Zevali Hakkında Mülâhazat adıyla Türkçeye çevirmeye başlamış ve aynı sayıda Namık mahlasıyla da Ragıp Paşa’nın bir gazeline olan naziresini yayımlamıştır. Bu yazılarından sonra imzasıyla yayımlanmış yazılarına ancak 1866 ve 1867 yıllarında rastlıyoruz. Kemal bu yıllar içinde Mahmut Nedim Paşa’nın kardeşinin oğlu Mehmet, Suphi Paşa’nın oğlu Ayetullah, Yusuf Paşa’nın oğlu Nuri, İskender Bey’in oğlu Reşat ve daha bu gibi akranı gençlerin kurdukları, memlekette yenilik yapmak isteyen bir dernekle de ilgilenmişti. Sonunda bunun, hükûmet tarafından haber alınması üzerine meydana çıkan şüpheler ve gerek o sırada gazetelerin heyecan uyandırıcı yazıları üzerine hükûmetin bir kararname çıkararak gazeteleri kayıt altına alması ve bazı yazarları memur olarak İstanbul’dan uzaklaştırmak istemesi, Kemal’in Avrupa’ya gitmesine yol açmıştır.

      1867 yılı başlarında Girit meselesi baş gösterince gazetelerde bunun üzerine şiddetli yazılar yazılmaya başlanmıştı. Hele Ali Suavi’nin yayımlamakta olduğu Muhbir adlı gazetenin bu iş üzerine bazı teşebbüsleri zihinleri karıştırıyordu. Kemal de 1867 Ocak ayında, tam bir yıl önce yazmış olduğu Devr-i İstilâ risalesini4 Tasviriefkâr’da yayımlamaya başlamıştı.


<p>1</p>

Namık Kemal’in hayatının en önemli bir zamanı görüldüğü gibi Abdüllatif Paşa ile geçmiştir. Kemal için yazılmış eserlerde onun yedi ceddi arandığı ve uzun uzadıya bilgi verildiği hâlde Abdüllatif Paşa’nın basit ve mütevazı memurluk hayatı kimse tarafından araştırılmamıştır. Oysa onun tayin ve tespiti Kemal’in hayatına dair birtakım olayları “zamana bağlamak” bakımından önemlidir. Ebüzziya, Kemal’in dedesinin Tekirdağ’da muhassıl (mutasarrıf), Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır da mütesellim (vali vekili) bulunduğunu kaydederler. Görüldüğü gibi karışıklık daha buradan başlamaktadır.

<p>2</p>

Hakkı Bey 1853-1854 (1270) tarihinde aklını kaybederek on iki yıl bu hâlde hasta kaldığına göre bu tarihlerde bu çeşit toplantılardan uzak kalmış olması lazımdır.

<p>3</p>

İbnülemin Mahmut Kemal İnan, Son Asır Türk Şairleri eserinde Kemal’den söz ederken bu tarihi 1864 (1281) olarak gösteriyor. 21 Recep 1281 (20 Aralık 1864) tarihinde çıkarılan Matbuat Nizamnamesinin emrettiği yolda gazetelerin sonuna sorumlu müdür adı koymak usulüne uyarak Şinaside 5 Ocak 1865’te yayınlanan 262 numaralı Tasviriefkâr’dan sonra adını koymuştur. Şinasi’nin Ruzname ile olan tartışmasının son makalesi Tasviriefkâr’ın 260 numarasındadır. 1865 Şubat’ında çıkmış olan 269 numaradan sonra sorumlu müdür yerine Raşit imzası konulmaya başlanmış ve 8 Haziran 1865 (14 Muharrem 1282)’te çıkan 305 numaradan sonra da “Sahib-i imtiyaz vekili: Raşit” denmiştir ki bütün bunlar Şinasi’nin 1865’te Paris’e gittiğini gösterir.

<p>4</p>

Kemal’in kitap şeklinde basılan ilk eseri kalemi Devr-i İstilâ risalesidir. Bu risaleyi 1282 senesi Ramazan ayının onuncu gecesi (26 ocak 1866) alâtarikul-imlâ (söyleyerek) bana yazdırmış idi.

Hiç tashih görmeden bir sene sonra hatta kendi reyi hilafına olarak 83 senesi Ramazan ayında (Ocak 1867) Tasviriefkâr tefrikasına dercettiren de ben idim.

Kemal’in büyüklüğünün idrake işte bu risalesi sebep olmuştu. Kâğıdı kalemi elime alıp da makaleyi “Vaktaki mukaddema iklim-i Arap’tan zuhur ile az müddet için nur-i seher gibi alâka münteşir olan firka-i İslâmiye…” sözleriyle takrire başladığında ben, imlaya bedel hayran hayran yüzüne bakmış idim.

Bunun üzerine: “Niçin yazmıyorsun?” sualinde bulunduğundan “Ömrümde vaktaki ile başlar bir ibareye tesadüf etmediğinden bir şey rivayet ediyorsun zannettim.” cevabını vermiş idim. O güldükçe gönüllere bir sefa-yi cavidanî bahşeden baygın gözleriyle yüzüme bakarak bir ibtisam-ı müşfikane ile “Yaz bakayım! Sonra öğrenirsin.” demiş idi. Binaenaleyh tarih-i Osmaniye vakayi-i âdiyesine kadar ihata-i külliyesi olan sahib-i dehâ gece saat üçten ona kadar (= 16.30-3.30) hatta kâh mutadı olduğu üzere gezinerek ve kâh ef’alini tasvir ettiği salâtîn-i âliyyeye müteallik mazbutu olan fıkarat-ı tarihiyyeyi nakleyleyerek risaleyi kamilen imla eyledi.

Ebüzziya Tevfik